Allaha ve Resulüne iman eden kişinin kendi başına ayarlarını ve standartlarını değiştirme yetkisi yoktur. Müslüman’ın şeytan ve nefisten gelen menfi rüzgârlara karşı dik durmak için gayret etmesi farzdır. Kalbine her an girmesi muhtemel günah ve haram virüslerine karşı teyakkuz ilmine vakıf olması da farzdır. Çünkü insan kalbini dünya ya kapatamaz. Dünya ile ilişkisini kesecek bir düğmesi yoktur ki kapatsın. Hal böyle olunca kişi kalbinin 7/24 bekçisi olmalıdır. Uyumayan yorulmayan bir düşmanımız var. Oda şeytan. Bizlerin ayağını kaydırmak için sürekli mesai halinde.
Kuranı Kerim de A’raf sûresinde Rabbimiz buyurur:
İblîs dedi ki: “Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. (16)
Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” ( 17)
Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!” (18)
Rabbimizin bildirdiği gibi, amansız ve insanları cehennemlik sıfatlara sokacak bir varlık var. İnsanlığın kadim düşmanı. Bu amansız düşmanın birde dostları var. Şeytanlaşmış insanlar. Evet, bazen şeytandan daha tehlikeli olabiliyor insanoğlu.
Tüm dünyanın içinde olduğu sıkıntıların hepsi şeytan ve dostlarının projesidir. Bu fitne projelerini uygulamaya koyan, daima yürürlükte tutan da imanı zayıf şeytanın maskarası olmuş kişilerdir.
Arifler Sultanı Mahmud Sami Efendi mü’mini mükemmel şekilde tarif etmiştir:
“İstikâmet sahibi bir müʼmin, dağ gibi müstakîm olmalıdır. Çünkü dağın dört alâmeti vardır:
1) Sıcaktan erimez,
2) Soğuktan donmaz,
3) Rüzgârdan devrilmez,
4) Sel alıp götürmez.”
Yani bütün menfi şartlara rağmen îman gücünü muhâfaza eder.
Toplum değişse de, ahlaki çöküntüler de olsa, krizlerin biri bitip biri başlasa dahi, mümin asla yıkılmayacak, iman ve İslam dolu duruşundan taviz verip değişmeyecek.
Rasulullah Efendimiz ( Sallallahu aleyhi ve sellem ) ve güzide ashabı, krizlerin en şiddetlendiği zamanlarda bile, karnına taş bağladı ama İslam duruşundan, dinlerinden en ufak yalpa yapmadılar. Ahiret hayatının gerçek hayat olduğunu bildiren Rahmet Peygamberi’nin tezgâhından geçmişler, yalpa yapmanın ve imandan taviz vermenin ne denli zulüm olduğunun farkındaydılar çünkü.
Ahir zaman ümmeti olarak bizler bu kadar nimetin içinde, dünya sarhoşluğuna kapılmış sürüklenirken, Rasulullah Efendimiz ve Ashabının bu orijinal iman olgusundan ne kadarda uzağız. Hepimiz şımarıklığın zirvesindeyiz. Bozulduk ama kimse ben bozuldum demiyor. Ben günahkârım diyerek suçunu da kabullenmiyor. Hep birilerini suçlamak, bizim hatalarımızın dahi suçlusu göreceğimiz bir bahaneler peşindeyiz.
Doymak bilmeyen nefsimiz ve midemizin istekleri doğrultusunda yaptığımız İslam katliamından kimse bahsetmiyor. En büyük krizin Ahireti unutan bir toplum olduğunu gören kaç kişi var? Herkes temizse bu suçları günahları kim işliyor. Faiz, fuhuş, içki, kumar vs. bunları alenen kim işliyor! Dışarıda göbeğini göstere göstere gezen kadınlar erkekler kimlerin çocukları? Bunların hepsi Allaha karşı şımardığımızın alametleridir. Günah keçisi aramak Yahudi geleneğidir.
Allah (celle celalühü) Kur’an’ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“ Nihâyet onların hiçbir ahlâkî kaygı ve sorumluluk taşımadan refah ve dünyevî lezzetler içinde şımarık bir hayat sürenlerini azabımızla kıskıvrak yakaladığımızda, işte o zaman feryadı basarlar.” ( Mü’minun 64)
“Bu duruma düşmenizin sebebi, dünyadayken haksız olarak böbürlenmeniz ve şımarmanızdır.”
( Mü’min 75)
Uyanmak düzelmek istiyorsak, kalplerdeki imanları tekrar tazelemek, haram virüslerinden temizlenmekle işe başlamalıyız. Yanlış adreslerde çare aramak, nesillerin hebasına sebep olmaktadır.
Vesselam…