Değişen şartlardan mıdır nedir, küçük çocuklardan büyük fertlere kadar öfke silsilesi içine girdik. Artık işlerimizi adil şekilde değil de öfke ile halletme peşindeyiz. Halbuki Peygamber Efendimiz öfkenin şeytan işi olduğunu öğrettiği halde, maalesef bu konuda sınıfta kaldık.
Evde öfke, trafikte öfke, arkadaşlar arasında öfke, patron işçi arasında öfke uzar gider.
Ebû Hüreyre
radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre (Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle buyurdu:
“Yiğit dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit kızdığı zaman öfkesini yenen adamdır.” (Buhârî, Edeb 76; Müslim, Birr 107, 108)
Yani eline aldığın 33 lük tesbihi sallamak yiğitlik alameti değildir. Efelik taslayacaksak, nefsimize karşı efelenme yapalım. Nefsimizin kötü isteklerine engel olmaya çalışalım. Yoksa güçlü zayıfı ezmiş bu şeytanın projesidir.
Evvela kızmakta ne derece haklı olduğumuzu, kızdığımız kimsenin haklılık payı bulunup bulunmadığını yeniden gözden geçirmeliyiz. Tabi ki bunu öfkeli halde yapmak çok zordur. Sakinleşmeyi tercih etmeli önce. Bunları süratle düşünürken Peygamber Efendimiz’in tavsiye buyurduğu bazı fiilî yatıştırıcılara da başvurmalıyız:
- Önce eûzü besmele çekerek öfkemizi körükleyip kabartan şeytandan Allah’a sığınmalıyız.
- Ayakta isek oturmalı, oturuyorsak yaslanmalı veya yere uzanmalıyız.
- Öfkemiz yine geçmemişse kalkıp soğuk su ile abdest almalıyız. Ateşi ancak suyun söndüreceğini unutmamalıyız.
Şunu da hiçbir zaman unutmamalıyız ki öfkesini yenenler, insanların kusurlarını bağışlayanlar Allah Teâlâ’nın kendilerinden hoşnut olduğu kimselerdir.
Peygamber efendimizin tavsiyeleri bize adaletli olma yolunu açıyor. Atalarımızın dediği gibi ‘’ öfke ile kalkan zararla oturur’’ sözü ne kadar yerli yerindedir.
Bugün işlenen cinayetler, kavgalar, boşanmalar, küslükler hep bir anlık öfkenin alametidir. Belki de biz haksız konumdayız. Bunu bilmeden düşünmeden bağırıp çağırmak psikoliji de suçluluk alametidir.
Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
- "Kim haksız olduğu bir münakaşayı terkederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur." ( Tirmizi, Birr 58, (1994), Ebu Davud, Edeb 8, (4800), İbnu Mace, Mukaddime 7, (51), Nesai, Edeb (6, 21)
Şu hâlde, mü'min şânına, imanına hiç yakışmayan bâtıl bir iddiaya girer de bunu bir noktada bırakırsa Cenab-ı Hakk lütfuyla buna bir mükâfaatta bulunuyor.
Haklı olduğu bir meselede iddialaşma ve münazarayı bırakan, öncekinden daha büyük bir sevap alıyor. Bu sevap kendisine mükâfaat olarak cennetin ortasında bir ev verilmesi şeklinde ifade edilmiştir. Böylece, haklı bile olunsa münâkaşanın terkinde hayır olduğu ifade edilmiştir.
İslamın topluma getirdiği asayişi hiçbir sistem, ideoloji, felsefe veremez. Bizi yaratan Allah ( celle celalühü) bizi bizden iyi bildiği için en mükemmel hayat nizamı olan İslamı bize göndermiştir.
Kişi unutmamalıdır ki dünya hayatında sıkıntının olmadığı bir an yoktur. İnsanların meziyetleri farklı farklı, anlayışları değişik olur. Kişiyi kendi fikrimize çekme eylemi tam başarılı olamaz. O yüzden İslam bizim için en önemli sığınağımızdır.
Allah ve Rasulünden gelene kimse itiraz edemez. Ama kendi fikrimiz karşıdakine uymayınca itiraz edebilir.
Bir hadisi şerifte Rasulullah Efendimiz( sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular.
“Allah’ın kendisi için takdir ettiğine rıza göstermesi, insanoğlunun mutluluğundandır. Allah’tan hayırlı olanı istemeyi bırakması ve Allah’ın kendisi için takdir ettiğine öfkelenmesi ise insanoğlunun bedbahtlığındandır.” (Tirmizî, Kader, 15)
Televizyon dizilerinde bile öfke, şiddet anarşi vs. konuları işleniyor. Racon kesmeler, en ufak olayda silah çekmeler, entrika ile öç almalar filan. Sükûnet ve teenni, sabır Ümmeti Muhammed’in alametidir.
İslam uzaklaştıkça çirkinlikler dengesizlikler baş göstermeye başlar. Edebsizlik dilde, harekette, her yerde filizlenmeye başlar. Demek ki ne çok manevi hastalığımız var. Allah cümlemizi İslam cahilliğinden muhafaza eylesin.