Tarihin kaydettiği en kıymetli devletlerden en önde gelenlerinden birisi elbette Osmanlı Devletiydi.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş manifestosu Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e tavsiyeleriydi.
Bu manifestoda ön planda iki tespit vardır:
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
“Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler."
Osmanlı Hanedanı dedeleri Osman’a yapılan bu tavsiyeleri baş tacı yapmış, 623 yıl süresince yaşamış ve yaşatmışlardır.
Ben bugün yazımda ikinci tavsiye üzerinde durmak istiyorum.
Osmanlı cesaret açısından anormal olan deli yürekleri ordunun en önünde deliler taburunda istihdam ederken, zekâ açısından anormal üstün yetenekli delileri Enderun’da eğiterek devleti onlarla yönetmiştir.
Anormal deli yüreklerin ordunun en önünde elinde kılıç verirken;
Anormal zekâlara sahip delileri beyin takımı olarak devlette ellerine kalem vermiştir.
Bu delilerin ellerinde kahramanca tuttukları ve hakkını verdikleri kalem ve kılıçla dünyaya yok edilmeyen, Toynbee’nin dediği gibi ancak durdurulabilen bir medeniyet ortaya koymuşlardır.
Normal insanlarla ancak normal işleri yapabilirsiniz.
Tarihe geçecek anormal/farketing işler yapmak istiyorsanız delilerle çalışacaksınız.
Peygamberimiz (s.a.v) “"İnsanlar develer gibidir. Bazen yüz tanesi bir arada bulunur da binecek bir tane bile bulamayabilirsiniz.” (Buhari: Rikak, 35) sözüyle yüzden çıkıp binlere odaklanıp içlerinden seçerek özel yetenekli insanların seçimine ve sistemin köşe başlarına onların yerleştirilmesini önerir.
Dar’un-Nedve’ye alternatif olarak kurduğu Dar’ul-Erkam’ı incelediğimizde insan eğitimi ve istihdamına dair çok güzel misaller bulabiliriz. Özellikle Zeyd bin Harise, Üsame bin Zeyd, Ali bin Ebu Talip, Zeyd bin Sabit, Erkam bin Ebü'l Erkam, Zübeyir bin Avvam, Sad bin Ebu Vakkas ve Enes bin Malik gibi isimler öncelikle incelenebilir.
Akıllı devletler; 4 yaş, 4 aylık olunca uygulayacağı ayrıntılı testlerle bu deli zekâsı ve deli cesareti olan insanları seçmeli ve onları “Özel Öğrenci/İnsan” statüsünde vefatına kadar ayrı değerlendirmelidir.
Onları normal insanların arasına katmak hem onlara en büyük zulüm hem de normal insanlara haksızlıktır.
İki yılı aşkın süredir bir üniversitenin “Engelli Öğrenci Birimi Koordinatörü” olarak görev yapıyorum.
Edindiği tecrübeme hayatım boyunca oluşturduğum birikimi ilave ederek şöyle bir öneride bulunmak isterim:
Bizim üniversitede bulunan birimin adını “Özel Öğrenciler Koordinasyon Birimi” olarak değiştirelim.
Bu birimi ilkokuldan üniversiteye bütün eğitim kurumlarında tesis edelim.
4 yaşından eğitimin sonuna kadar okullardaki “Özel Öğrenciler Koordinasyon Birimleri”, eğitim hayatı sona erince de Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) bünyesinde oluşturulacak “Özel İnsanları İstihdam Birimi” ile vefatına kadar sevk ve istihdam etsinler özel insanları.
Bu adımlar atılmadığı takdirde normal insanların arasında kendini ifade edemeyen bu insanları ya beyin göçü ile dış ülkelere kaptırıyoruz, ya da ısrar ve inatla kalanların çoğu kafayı yiyor, şizofren oluyor.
Fatih Sultan Mehmet, Çandarlı Halil Paşa ve ekibinin sıraladığı onca mazereti ve oluşturdukları onca yokuşu; “”Bu iş olacak, ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni!” sözleriyle delice cesaretini ortaya koymuş ve gemileri karadan yürüterek o cesareti üstün zekâyla desteklediğini göstermişti.
Muhammed Ali’nin “imkânsız” kavramına bakışı cesaret ve güç yanında zekâda deliliğinin işaretiydi: “İmkânsız, kendilerine verilen dünyanın içinde yaşamayı, onu değiştirmek için gereken enerjiyi keşfetmekten daha kolay bulan küçük insanların ortaya attığı büyük bir sözcüktür. İmkânsız bir gerçek değil. Bir fikir. İmkânsız bir tebliğ değil. Bir cüret. İmkânsız bir potansiyel. İmkânsız geçici. İmkânsız hiçbir şey.”
İmkânsızı tanımayan, imkânsızı mümkün hale getiren sadece delilerdir.
Dünyada icat namına ne varsa onları ortaya koyan delilerdir.
Dünyanın ilk 10 ülkesi içine girecekseniz bunu sağlayacak insanlar ancak delilerdir.
14.000 deli bulun ve onları toplumun önüne koyun.
Onlar yürüdükçe toplumda arkadan takip edecektir.
Bunu yapmazsanız toplum yerinde sayarken bu deliler hayatlarının bütün aşamalarında vasat ortamlarda sizin karşınıza problem olarak çıkacaktır.
Osmanlı öyle yapmıştı.
Rakip orduların en çok korktuğu sınıf deliler taburuydu, onlar özel kuvvetlerdi.
Sosyoloji öyle çalışır.
Birileri yürür kalabalıklar arkasından yürür.
“Şunu öğretti ki İngiltere tahsîli bana:
Milletin, memleketin böyle sefîl olmasına
Bir sebep varsa, havâssın geriden bakmasıdır...
Yoksa, Şark’ın bu zekî unsuru her feyzi alır.
Müslümanlık gibi, mâhiyyeti cidden yüksek,
Sonra, vicdanları bir nefhada tehyîc edecek,
Dîn-i fıtrîdeki bir milleti irşâda ne var?
Daha yüksek mi aceb Şark’ı ezen fıtratlar,
Kàbiliyyetçe?
Hayır, ben buna aslâ kanmam.
Adam ister yalınız etmeye bir kavmi adam!
Doğru yol işte budur, gel, diye sen bir yürü de,
O zaman bak ne koşanlar göreceksin sürüde!” (M. Akif Ersoy)