Öyle bir hafta yaşadık ki içinde her şey vardı. 19 Mayıs, Kadir Gecesi, Ramazan Bayramı, 27 Mayıs. Arada onca provokasyon.. Ve 29 Mayıs.
Kadir Gecesine erişmemizin şükrü ve huzuru içinde ibadetlerimizi, dualarımızı yaparken İzmir’ den geldi ilk provokasyon haberi. Gökyüzü’nün süsleri minarelerden ezan yerine sinir uçlarına dokunan şarkılar çaldılar. Yetmedi, o anları kaydederek hepimize izlettiler.
İzmir’de neler oluyor! Derken bu sefer Adana’dan çıktılar karşımıza. Sanki namaz kılmak yasakmış gibi algı oluşturmaya çalıştılar. Sanki keyiften teravih kılınmıyor. Virüs ve salgın yokmuş gibi davrandılar. Polisle karşı karşıya geleceklerini bildikleri halde yaptılar. Bu senaryolar çok tanıdık geldi millete. İzmir’de ki ahlaksızlık ile Adana’da yaşananlar aynı emele hizmet içindi şüphesiz. İki provokasyonda bu aziz milletin sağduyusuna takıldı çok şükür.
2020 yılının ramazan ayı da bayramı da tarihte yerini alacak. “Nerede o eski ramazanlar, bayramlar” derken şikayet ettiğimiz o günleri mumla değil, ışığın zerresiyle aradık. Anadolu’yu bilmem ama büyükşehirlerde kapılar bile çalmadı. Elimiz öpülmediği gibi, el de öpemedik. Kabristana gidip geçmişlerimize dua buyurup bayramlaşamadık. Belki de, şükürsüzlüğümüzün ve bitip tükenmeyen şikayetlerimizin cezasını çektik. Değişik kurumların acil numaralarını arayarak evlerine çağıran ve ‘Ben sizi herhangi bir sorun olduğundan değil, iki kelime sohbet etmek için, karşılıklı çay içmek için çağırdım’ diyen yaşlılarımız ve kimsesizlerimizi çok iyi anlıyoruz artık. Bu bayram ve ramazan ayı bizlere çok ama çok şeyler öğretti anlayana tabi. Şikayet ettiğimiz durumları bile arar olduk.
Bayramların kıymetini çok iyi anladık
Nuran Yıldız hoca yazısında bu konuyu harika anlatmış “Bana içinden geçtiğimiz zamanları nasıl tanımladığımı” sorsanız, “miş gibi”lik dünyası derim.
Hiçbir şeyimiz yok ama her şeyimiz var’mış gibi.
Her şeyimiz var ama hiçbir şeyimiz yok’muş gibi.
“Miş gibi”lik dünyasından çıkıp “gerçekte bayramın ne olduğu” üzerine düşünseydik, bulurduk: Bayram, insanın başka insana duyduğu ihtiyacın somut karşılığıdır.Tıpkı kuşların bir arada uçması gibi. Kırlangıç sürüsü gördüğümüzde heyecanlanmamız bize, içimizdeki bizi hatırlatmasındandır.
İnsan başka insanlarla birlikte yaşamak için var. “Yeni dünya” ne kadar insanı tek başına bırakmak için tasarlanırsa tasarlansın, insan başka insanlarla var.
Bayram nedir, anlasak yeterliydi bu süreçteki üç bayramda.
Bayram, gittikçe kasvetli bir yer olan dünyada kaybolmamızı önleyecek pencere ışıklarıdır.
Gittikçe soğuklaşan evrende insanların, başka insanların sıcağına sokulmasıdır.
Coşkun bir ırmak gibi hızla akan zamanın içinde sürüklenip gitmemizi önlemek için tutunduğumuz kıyıdaki dal parçalarıdır, kayalıklardır.
Fark etsek yeterdi.”
Ne güzel bir ifade; İnsan başka insanlarla birlikte yaşamak için var.
Zaman ilerledikçe karantina günlerinin başlarındaki “sıkılıyorum” söylemi yerini “çok yoruldum”a bırakıyor yavaş yavaş. Özellikle şehirliler çok yorgun çıkacak karantinadan. Yorgunluğun fiziksel boyutu kadar, ruhsal boyutu var. Sağlık Bakanlığı bu önemli konu ile de ilgilenmeli.
Demokrasi ve Özgürlükler Adası
Yassıada derin bir hüznün, utancın, mahcubiyetin, adaletsizliğin, kinin, nefretin diğer bir adı. Orada aslında üç kişi değil, milletin iradesi tümden idam edildi.
Yassıada, 1960 Darbesi’nin 60. Yıldönümünde “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” haline getirilerek, dünyaya çok önemli bir mesaj verildi.
Yassıada hüzün dolu hikayesini tüm gerçekliğiyle dünyaya anlatıyor
Türk siyasi tarihine bir kara leke olarak yazılan 27 Mayıs 1960 bir milleten unutamayacağı bir utanç tarihi oldu. Darbenin ardından idam edilen Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın yargılamasının yapıldığı Yassıada hep hüzünle hafızalarda kalmıştı. "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" ile karanlık günlerini geride bırakan Yassıada artık demokrasiye, milli iradeye ve özgürlüğe kapılarını açıyor.
Adnan Menderes'in son mektubu;
"Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir.
İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silâhların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?
Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duâm sizlerle beraberdir."
Yassıada'nın ismi 2013'te "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" olarak değişti. 2015 yılında da yeniden düzenleme faaliyetleri başladı. Kültür ve kongre merkezi haline getirilmesine karar verildi. Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda 176 kişilik bir otel, 600 kişilik Adnan Menderes Kongre Merkezi ile 7 bin 700 metrekarelik müze ve cami yer alacak. Restorasyon çalışmalarında yargılamaların yapıldığı ve 27 Mayıs Müzesi'ne dönüştürülen spor salonu da bulunuyor.
Kinin nefretin aşısı ne zaman bulunacak
Kadıköy'de, bir duvara yazılan "Zulüm 1453'te başladı" yazısı hala hafızalarımızdan silinmedi..
Hala Bizansın yıkılışının acısını içlerinde taze tutuyorlar. Burada şair-yazar abim dostum Hüseyin Akın’ın şu sözleri geldi aklıma. “Kinin, nefretin ve kibrin aşısı ne zaman bulunacak”
Fethin kutlu olsun eyy şehirlerin sultanı aziz İstanbul.
Aşık Veysel türkü tadında ne güzel ifade etmiş:
“Fatih Mehmet Sultan temeli kurdu
Ondan sonra oldu Türklerin yurdu
Edirne'den gelen o büyük ordu
Ayyıldız bayraktır nurun İstanbul”