Eşya zıddıyla bilinir.
İmtihanımız, iki zıt kutupta yer alan şıkları tercihlerimizden ibaret aslında.
Takva ve fücur programlarının sunduğu seçenekler karşımıza 7/24 çıkmaktadır.
Bu şıklar tamamen “kişiye özel” olarak tasarlanmıştır.
Birimizin diğerinden ilham alma imkânı varsa da; aynen kopya çekme lüksü yoktur.
İşi otomatiğe bağlayıp, hızı sabitleyip yola devam etme imkânı da tanınmamıştır.
Her gün yeniden kurulan dünyada tüm şıklar sil-baştan dizayn edilmektedir.
Hasılı; Yüce Yaratıcı insandan ezberden uzak her an kıyam halinde olması istemektedir.
Kıyam halinde dururken dikkat etmesi gereken en önemli nokta dünya/ahiret dengesidir.
Yaşadığımız hayat pay ve paydadan oluşur.
Ahiret ve dünya birbiriyle bağlantılı olduğundan; dünyada hesapları ahireti dikkate almadan yaparsanız asla doğru sonuçlara ulaşamazsınız.
İnsana yaratılıştan “kendini koruma” duygusu yerleştirilmiştir.
Bu duygu gereği çevresiyle rekabete girişmesi kaçınılmazdır.
“Kendini koruma” duygusunu nasıl anlıyorsa çevreyle rekabetin yönü ve dozu ona göre şekillenecektir.
“Kendini koruma” konusunda ağırlığı ahireti hesaba katmadan sadece dünya hayatı sınırlarında düşünenler çevresiyle “acımasız/vahşi” bir rekabete girecek, hiçbir sınır ve kural tanımayacaktır.
“Kendini koruma” yaklaşımında ahiret esas alındığında; ruhun kaptan olduğu bir yolculukta en başta bedeni ve temas ettiği her şeyin emanet olarak kullanımına açıldığı ve hesabının sorulacağı bilinci ortaya çıkacaktır.
“Kendini koruma” konusunda ağırlığı ahirete verip, dünyadan da nasibini unutmayanlar çevresiyle daha dengeli, adil ve hepsinden önemlisi merhamet merkezli bir rekabetin içinde hayatını tamamlayabileceklerdir.
“Yapamazsanız ki yapamayacaksınız o takdirde, inkâr edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.” Bakara, 2/24.
İnsanın ebedi ateşten kendini koruması ya da ebedi cennete yatırım yapması “kendini koruma” konusunda izleyeceği en akıllı stratejidir.
O zaman insan siftah yaptığında merhametin ebedi hayatına yatırım konusunda daha değerli olduğu düşüncesiyle ikinci müşteriyi komşusuna gönderebilir.
O zaman ahiret dünya dengesinde ebedi ve kalıcı olanı tercih ederek, her eylem ve niyetinde veren, paylaşan, empati, sempati kabiliyeti yüksek ince ruhlu, yüce ahlaklı bir halifeye dönüşür.
“Kendini koruma” konusunda en değerli adımın sevdiklerinden harcamak, kıymetlilerinden feragat olduğunu anlar:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” Al-i İmran, 3/92.
Biz bu harekete satranç terimi ile “gambit” diyoruz.
Gambit oyunu kazanmak için vezir dahil taşlarınızdan fedakarlık yapmak demektir.
“Kendini koruma” konusundaki akıllı rekabette gambit ise; ahiret hayatı olan nihai hedefe ulaşmak için dünyadaki en büyük menfaat/makam/mal dan vazgeçebilmektir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) küçük bir çocukken başını okşamıştı.
Okşadığı yeri simsiyah kalmış, başının diğer kısımları beyazlamıştı.
Başında mucize-i peygamberi taşıyordu.
Sa’d bin Ebu Vakkas’ın oğluydu Ömer bin Sa’d.
Emevi devletinde Yezid bin Muaviye’nin ordusunda üst düzey subaydı.
Yezid bin Muaviye onun sadakatini kontrol için Hz. Hüseyin(r.a.) üzerinde gönderdiği birliğin başına Ömer bin Sa’d’ı görevlendirmişti.
“Kendini koruma/rekabet” konusunda girdiği bu imtihanı kaybetti Ömer bin Sa’d.
Bir taraftan ağlıyor yaptığı işin yanlış olduğunu biliyor, öbür taraftan yüksek rütbesinden, makamından, dünyevi beklentilerinden vazgeçemiyordu.
Ya da Yezid bin Muaviye’nin zulmünden çekinmişti.
Netice de “kendini koruma” konusunda girdiği çetin rekabeti kaybetti.
Hem ağladı hem de verdiği emirlerle 70’den fazla masumu susuzluğa mahkum edip, kanını dökerek tarihe “Kerbela” olarak geçen zulüm tablosunun mimarı oldu.
Oysa her aynaya baktığında Peygamber(s.a.v.) ona “ahiret dünyadan kıymetli ey Ömer” diyordu.
Devlet, bürokrasi, cemiyet, cemaat, örgüt gibi topluluklar içinde bulan insan bireysel “kendini koruma/rekabet” konusunda yanılabilir diyor sosyolog Zygmunt Bauman.
Tek başımıza çırılçıplak/tertemiz doğduk annemizden ve bizi bir kundağa sardılar.
Tek başımıza öleceğiz, bedenimizi yıkayacak, piri-pak edecekler ve bir kefene saracaklar.
Peki ya ruhumuz?
Doğduğumuz temizlik ve saflıkta dünyadan ayrılabilecek miyiz?
Peygamberimizin tamamlamak için geldiği ve tamamladığı “güzel ahlak” konusunda sağa sola bakmadan, mazerete sığınmadan kendimizi her gün öz-eleştiriye tabi tutup eksikliklerimizi tamamlamak ve ruhumuzun saflığını, temizliğini korumak zorundayız.
“Kendi koruma ve rekabet” konusunda insanın en çok dikkat edeceği mesele budur.