Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v) mümini “bal arısı”na benzetti:
“Mümin bal arısı gibidir. Temiz olanı yer, temiz olanı (balı) üretir, bir çiçeğe konduğunda onu kırıp bozmaz.”(İbn Hanbel, II, 199)
Ahsen-i takvim suretinde yaratılan eşref-i mahlukat insan, halifelik misyonuyla Allah’ın esmasının aynası olmak gibi ulvi bir vazife dünyaya indirilmiştir.
Bu misyonun gerçekleşmesi bal arısı gibi sürekli çalışmak, gelişmek ve üretmekle mümkün.
Kitapları ve insanları çiçek olarak değerlendiren akıllı insan, onlardan aldığı nektarları kendi kovanında/iç dünyasında işler ve her gün kalitede özgün bir bal üretir ve Rabbinin ve insanların istifadesine sunar.
Bu süreklilik arz eden çiçek dolaşma, nektar toplama ve bal yapma çabalarının sonunda insan kendini gerçekleştirir ve dünya ahiret saadetine ulaşır.
Bu her gün güncellenen uzak hedefler için yol eğitir, hicret olgunlaştırır, sabır kemale erdirir.
Bu hareketi gerçekleştiremeyen, yüksek hedefler koyamayan ve bu yolda gelişim ve değişimi yapamayan insanlar kendi etraflarında dönmeye hızla dönmeye başlarlar.
Her dönüş ve kendine yoğunlaşma nefsi güçlendirir, zamanla kendini put kılar ve tapınmaya başlar, her söylediğinin doğru olduğuna inanır ve eleştiriyi aşağılanma olarak görür.
Her dönüş ve kendine yoğunlaşma içinde varsa olan nektarı da bitirir ve kara deliğe dönüşür.
Her dönüş ve kendine yoğunlaşma küçük dünyalarında büyük bir gurur ve kibir doğurur.
Her dönüş ve kendine yoğunlaşma onu kesin inançlı bir iflah olmaz bir fanatiğe dönüştürür.
Her dönüş ve kendine yoğunlaşma kısa sürede mermer bir beyin, granit bir kalple sonlanır.
Bu olduğu yerde dönme dışarıdan; kitap ve insanlardan beslenmeden yapılan kendine yoğunlaşma kesin inançlı, müzakereye kapalı, sloganlarla yaşamaya çalışan şizofren ruhlu bir zavallı bir fanatiği ortaya çıkarır.
Hz. Adem’den bugüne ve kıyamete iblisin en sevdiği ve ona tam asker olan insan tipi bu kesin inançlı fanatik tiplerdir.
İslam literatüründe bu fanatizmin karşılığı “asabiyye”dir. Bir değeri yüceltip tartışmasız o değerin gölgesinde geçinmeye çalışmak Peygamberimiz(s.a.v) tarafından şiddetle yerilmiştir.
“Asabiyyeye çağıran, onun için savaşan ve o uğurda ölen bizden değildir.” İfadesiyle bedeviyetin bir unsuru olan fanatikliği reddetmiştir. Çünkü taassup(fanatizm) hoşgörüsüzlüğün(intolarance) arkadaşıdır.
Bu anlamda başta aileler ve eğitim sistemi olmak üzere devletler, toplumda insanların kendini gerçekleştirebilmeleri için yollarını kolaylaştırmalı.
Bal arısı gibi; okuyan, dinleyen, konuşan ve yazan kişiden fanatik olmaz.
Kendi özgün kimliğini koruyarak ufka bakıp koşturan insandan fanatik olmaz.
Kainatın büyüklüğünü ve kendisinde evrenin özünü gören, zübde-i alem olduğunu idrak edenden fanatik olmaz. Önce kendine sonra çevresine iyi davranan, iyiliğe alışan, iyiliğin keyfini çıkarandan fanatik olmaz.
Hitler ressam ve mimar olmak istemişti, Goebbels tiyatro oyunu, roman ve şiir yazmak istemişti, Rosenberg mimar ve filozof olmak istemiş, Von Shirach şair, Funk müzisyen, Streicher ise ressam olmak istemişti.
Sistem onların bu isteklerine geçit vermedi.
Oysa bu istekleri onların, özgünlüklerinin, kişiliklerinin bir parçasıydı ve sadece o hedefler peşinde kendilerini gerçekleştirebilir; ancak o amaçlar arkasında koşturduklarında mutlu olabilirlerdi.
Kendilerine yürüyemedikleri için yolları çok uzundur ve hiç bitmez.
“Bir insan hiçbir zaman, nereye gittiğini bilmediği zaman ki kadar uzun yol gidemez” der Oliver Cromwell
Kendilerine gidecekleri yollar tıkanınca mecburen başka bir uzun ve zahmetli yola girdiler ve bu yollar hem kendileri, hem de insanlık için felakete çıktı.
İnsan içindeki yaratıcı akışın bilincinde olduğu sürece, milyonlara rehberlik etmekte ve zaferler kazanmakla bir tatmin bulmaz, bulamaz. O özgün ve özel çizgisinden çıkarılmış kişinin tek yapacağı her an hayatın akış hızını artırmak ve felaketine her geçen gün daha çok artan bir hızla fanatizme cehennem çukuruna yuvarlanmaktır.
Aile, okul ve devlet; insanların yok edemedikleri özgün kişiliklerini tanımalı. Onların gerçekten istedikleri arzularına kulak vermeli ve yardımcı olmalı.
Bal arısı gibi serbestçe uçmasına, dilediği kitabı okumasına, istediği insanla konuşmasına imkân vermeli.
İslam’da bir yerde işlenen işin salih amel olması için üç temel şart vardır:
1. Adalet, 2. Düşünce Özgürlüğü, 3. İstişare
John Locke bu üç temel esası 1688 yılındaki II. James’i hedef alan Muhteşem Devrim’de rol alan 463 geminin hepsinin yelkenlerine yazdırarak Batı dünyasına şöyle uyarlamıştı:
1. Adalet, 2.Protestanlık(Katolikliğe oranla düşünce özgürlüğü), 3. Parlamento(Şura)
Özgür ve özgün, fanatiklikten uzak özgüveni yüksek üretici bir nesil yetiştirmek istiyorsak; adalete, düşünce özgürlüğüne ve istişareyi başta aile, okul, cami, işyeri ve devlet olmak üzere hayatın bütün katmanlarına hâkim kılmalıyız.