İnsanın öğrenme ve sınanma hikayesi elest-ü bezminden başlar.
Verdiğimiz ahd-i misakla başlayan ve ölümle tamamlanan, cennet/cehennemle sona erecek bu imtihan serüveni.
Bu anlamda her an yenilenen alemde, her an yenilenen bir zihne ve kalbe sahip olmak zorundayız.
Çocuklukta düşe-kaka öğrenen insan büyüyünce düşüne-taşına öğrenmeyi öğreniyor…
Düşmenin ve kalkmanın üzerine kafa yorup işin künhüne vakıf olamayanlar ise bir ömür düşüp kalkmaya devam ediyorlar…
Akıllarını başlarına almazlar, kalplerini çalıştırmaz, paslandırırlarsa bu yuvarlanma cehennemin dibinde son buluyor…
"Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber ile beraberdik, şiddetli bir gürültü işitti. Peygamber (s.a.v.), “ Bu gürültü nedir biliyor musunuz?” diye sordu.
Biz de, “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedik. Peygamber (s.a.v.) de:
“Bu gürültü, yetmiş seneden beri cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın şu anda cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür” buyurdu.( Müslim, Sahih, Cennet, 31.)
Bu hadiseden kısa bir zaman sonra, birisi gelir ve “ey Allah’ın Rasûlü falanca münafık öldü” diyerek olayı haber verir. Böylece bu haber Hz. Peygamberin beliğâne kelamının ve bir temsil ile anlattığı meselenin tevilini göstermektedir. Hadiste görüldüğü gibi, Hz. Peygamber(s.a.v.), yetmiş yaşındaki münafık ibn Ubeyy b. Selül’ün ölümünü haber vermekle birlikte, onu yetmiş senedir cehennemin dibine doğru yuvarlanan ve o anda cehennemin dibine ulaşan bir taşa benzetmektedir. Çünkü o münafığın yetmiş yıllık hayatı boyunca Cehennemin dibine doğru tedenni ettiği ve nifakın neticesinin Cehennem olduğu ve münafığın ölümünün ne kadar şiddetli olduğu ancak böyle bir temsil ile zihinlerde kalıcı olarak anlatılabilirdi.
Rabbim hayvanların hazır programından farklı olarak bizlere akıl ve kalbimizi aktif kullanarak hazırlık sınıfında(çocukluk) döneminde “öğrenmeyi öğrenip” diğer sınıflarda kendimizi doğru ve yanlışı ayırt edecek zihni ve kalbi mekanizmaları edinmemizi emreder.
Bu anlamda 124 bin Peygamber, kitap ve sayfalarla da bu “öğrenmeyi öğrenme” işini desteklemiştir.
Bu iş emek ve çaba ister.
Sonunda ebedi bir cennet veya cehenneme düşmenin olduğu bu yol üzerinde derin derin düşünmemizi ve üstün gayretler ortaya koymamızı gerektirir.
Geçici olana takılıp kalıcı olanı ihmal etmek aklı ve kalbi çalışan insana yakışmaz.
Geçici olanın kalıcı zararı olmaz.
Geçici olan için kalıcı olanı tercih etmek çağın vebasıdır.
Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler üzerinden bu “dünyevileşme” tehlikesine dikkat çekilir:
“Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler. (Başkalarını) Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isterler. İşte onlar derin bir sapıklık içindedirler.” İbrahim, 19/3.
Kırılacak parlatılmış cam parçalarını baki elmaslara tercih etmek maalesef insanlarının çoğunun tercihi.
Oysa dünya imtihan salonuydu…
Bal arısı gibi insanlar ve kitaplara konacak, balımızı yapacak Hz. Azrail’e balı incelenmek üzere teslim edip salonun kapı deliğinden geriye bakmadan terk edecektik.
“Mü’min, bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed bin Hanbel, II, 199)
Dünya ahiretin tarlasıydı.
Ekecek biçecek, ürünleri teftiş için emanete bırakıp harmana dönü bakmadan gidecektik…
“Burası Dünya!
Ne çok kıymetlendirdik...
Oysa bir tarla idi;
Ekip biçip gidecektik. (Cahit Zarifoğlu)
Bediüzzaman dünyanın mahiyetini önce 17. Sözle tarif eder, sonrasında sıraladığı “madem” lerle her akıl ve kalp sahibine çok açık anlatır.
“Kur’an’ı dinleyen insana, Kur’an’daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek manasız olduğunu anlatmaktır. Yani, insana der ve ispat eder ki:
“Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimatı nefislerine değil belki başkasının zat ve sıfât ve esmasına delâlet ediyorlar. Öyle ise manasını bil, al; nukuşunu bırak git.
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrefatını at, ehemmiyet verme.
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki’ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise onu yapan Mihmandar-ı Kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma; çık, git. Herzekârane fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma.” gibi zahir hakikatlerle dünyanın içyüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin her şeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir.”(Said Nursi, Sözler, 17. Söz, I. Makam)
“Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem “Layükellifullahinefsenillavüsaha/Kimseye kaldıramayacağı yük yüklenmeyecektir”(Bakara, 2/286) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.
Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (Said Nursi, Mektubat, 16. Mektup, 5. Mesele)
Evet tercih ahsen-i takvimde yaratılan önüne eşrefi mahlukat ve esfeli safilin yolları açılmış insanın kendisine ait.
Düşüne ya da düşününce ama bir an evvel hidayeti öğrenmeli, yaşamalı ve ahiret karnesini kırıklardan temizlemeli.
Zira hepimiz ölecek yaştayız!
Ve bu işin bütünlemesi, telafisi yok.
Haydi!
Hemen Şimdi!
Hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekelim ve büyük sefere hazır olalım…