‘Ama hiç burada olmuyor ki!’
14 Şubat 2022
Roger Garaudy, bütün insanlığın mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşaması için, Batı’nın gururunun kırılması ve böylece büyüklük kompleksinden uzaklaştırılması gerektiğine inancıyla çok yoğun bir ömür yaşadı. O’na göre Batı’nın burnu sürtülmezse, Batı, sömürgeci tavrından asla vazgeçmezdi.
Paul Valéry, Batı medeniyetini şöyle tarif eder:
–Ahlak alanında: Hristiyanlık ve özellikle de Katoliklik,
–Hukuk, siyaset ve devlet alanında: Roma hukukunun kesintisiz nüfuzu,
–Düşünce ve sanat alanında: Eski Yunan geleneği.
Roger Garaudy’nin, Batı medeniyetiyle ilgili olarak yaptığı şu çok önemli tespitler, maalesef İslam dünyasında yeterince kavranılmamış gerçeklerdir:
“Batı bir kazadır. İnsanlığın geleceğini yeniden inşa ederken bu ilk temel gerçeği, yani Batı’nın bir kaza olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Çünkü bireyi her şeyin merkezi ve ölçüsü görme, her türlü gerçeği kavrama indirgeme, yani eşyayı ve insanları manipüle etme aracı olarak bilimi ve teknikleri en yüce değerlere dönüştürme tarzındaki bu Batılı anlayış, üç milyon yıllık insanlık destanı içinde sadece küçücük bir istisnadan ibarettir. Tarihte beyaz adam tarafından oynanan rolün bu uğursuz yönüne ben, ‘beyaz hastalık’ adını veriyorum. Beyaz adamın ırkçı önyargısından yakamızı kurtarıp dikkatlice incelersek, Batı’nın (yani Eski Yunan, Roma ve Hristiyan) kaynaklarının hepsinin de Asya ve Afrika’da doğduklarını görürüz. Sadece bir kültür hareketi değil, aynı zamanda kapitalizmle komünizmin birbirine bağlı olarak ortaya çıkışı da demek olan Rönesans, kesinlikle ‘hümanizm’in doruk noktası olmamış; tam aksine, insanın tabiatla, toplumla ve Tanrı’yla olan ilişkilerinde Batı medeniyetinden çok daha üstün nitelikteki bazı medeniyetleri ortadan kaldırmıştır.”
Roger Garaudy, İsrail’in, hançerini göğsümüze Orta Doğu petrollerini sömürebilmek için saplandığından ve bu hançerle birlikte de Doğu ile Batı’nın medeniyetler arası barışçı buluşmasının ve karşılıklı verimleşmesinin durdurulduğundan emindir. Olup bitene teslim olmak yerine, dünyanın ve hayatının sürekli gelişimine katkıda bulunabiliriz. Mademki ‘Allah her an yeni bir yaratıştadır.’ (Rahman, 55/29), biz de her an yeni bir faaliyetin içinde olmalıyız. Unutmayalım ki bizler, kaderin köleleri değiliz. Aksine kaderin elleriyiz. Dünyanın sürekli olarak iyiye ve güzele yönlendirilmesinden kişisel olarak sorumlu kimseleriz.”
Roger Garaudy’nin bazı fikirlerinden ve çok hareketli bir hayat hikayesinden bahsettikten sonra; gelelim yazımızın başlığında ifadesini bulan asıl konumuza!
Garaudy’nin kitaplarını çeviren Cemal Aydın’ın, Garaudy’nin eşi Paulette hakkında anlattıkları arasında “Aile Eğitim ve İletişi Uzmanı” olarak dikkatimi çeken bir olay yazımızın konusu.
“Bu çok değerli hanımefendi Garaudy’nin vefatından bir sene önce beni evin mahzenine götürdü. Fransızların mahzenlerinde her çeşit yıllanmış şarap bulunur. Onların mahzeninde ise, kitaplar, kitaplar ve klasörler hâlinde dosyalar vardı. Pırıl pırıl bir mahzen. Tek toz yok. Eserlerin müsveddelerini bile Paulette Hanım özenle raflara dizmiş. Bütün bunları nasıl bir zevkle yaptığı hareketlerinden ve gözlerinden okunuyordu. Kendisine ‘Her büyük adamın arkasında mutlaka fedakâr bir kadın vardır, derler. Ne kadar doğru!’ dedim. O yaşta mahcup bir hâl aldı, yüzünü bir görmeliydiniz. Bütün samimiyetimle söylüyorum, eğer o hanım olmasa, Roger Garaudy, Roger Garaudy olmazdı.”
Anlaşılan o ki, Paulette Hanım Cemal Aydın’ı çok etkilemiş. “Neden?” sorusuna cevap verirken izlenimlerini ve ondan duyduklarını anlatmaya devam ediyor:
“Dünyada son derece ender kadınlar öylesi çileye seve seve katlanır da ondan… Bir seferinde hanımı Paulette’ten aile albümünü istedim, Garaudy’nin yeni fotoğrafları elimin altında olsun diye. Öyle bir albümlerinin olmadığını belirtirken; ‘Ama hiç burada olmuyor ki!’ dediği anda gözlerindeki o hüznü ve hasreti size tarif edemem. Evinde durmayan bir adam! Evini kıt kanaat geçindiren bir kadın! Garaudy hatıralarında anlatır, evine döndüğünde kızının kendisinden nasıl kaçtığını. Babasını tanımayan ve yabancı zanneden kız! Çünkü o çocuk bir iki yaşındayken Lâtin Amerika ülkelerine gitmiş ve tam altı ay sonra dönmüştür. Ve ‘Sessiz olun yavrularım! Baba kitap yazıyor!’ diye çocuklarını susturan bir anne! Hanımının bana anlattığı çok daha acıklı sahneler de var, fakat onları anlatmayayım, çünkü belki bana sır olarak vermiştir.”
Doğan Cüceloğlu’nun da Abd’ye gidişi ve geride bıraktığı ailesi ile ilgili benzer bir hikayesi vardı ve pişmanlığını gözyaşlarıyla anlatmaktan kaçınmazdı
Ne kadar büyük hedeflerin peşinde koşsak ta önce eşimiz, çocuklarımız, ailemiz olmalı.
Mutluluk anayasası ilk üç madde ve sıralama asla değişmemeli:
Birinci önceliğimiz: Aşkın varlığımız Rabbimizle her daim çevrimiçi olmak.
İkinci önceliğimiz: İçkin varlığımız eşimizle olan ilişkiler
Üçüncü önceliğimiz: Taşkın ve taştığımız varlıklar; çocuklar ve anne/babalarımızla ilişkiler.
Hz. Peygamber (s.a.v) bu sıralamayı hiç bozmadı. En zor zamanlarında yanında mutlaka eşleri oldu. Vahiy geldiğinde önce Hz. Hatice(r.a) validemize koştu, istişare etti ve O’nu sözleri ve Varaka b. Nevfel’e gidelim tavsiyesine uydu ve sükunet buldu. Hudeybiye’de ashabın yapılan anlaşma maddelerine tepkisinden bunaldığında çadırdaki eşi Ümmü Seleme(r.a) validemize koştu, O’nunla istişare etti, dediğini yaptı ve sükunet buldu.
Biz Müslümanlar sonuçtan değil, süreçten sorumluyuz dostlar!
Din, Allah’ın dini, O’nun askerleri bitmez. Biz rolümüzü abartıp mutluluk anayasasının ilk maddesini ve sıralamasını lütfen bozmayalım.
Dünyayı kurtarırken(!) arkamızda hüzünlü, gözü yaşlı bir eş, hasretle büyümüş çocuklar, yolumuzu her gün gözleyen anne/baba/akrabalar/dostlar bırakmayalım.
Yorumlar
Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.