Son Dakika Haberler
Kubbetüssahra Arapça'da “kayanın üzerindeki kubbe” anlamına geliyor. Cami 685-691 tarihleri arasında Emevi halifesi Abdulmelik Bin Mervan tarafından, peygamber efendimizin üzerinde Mirac’a yükseldiği büyük kayanın üzerine yapılmış. Bu kayaya muallâk taşı denilmektedir. Peygamberimiz miraca yükseldiğinde bu taş da peygamber efendimizle birlikte yükselir. Peygamber efendimiz durumun farkında olunca taşa dur der ve taşı kaldıran kudret, taşı o halde durdurur. Taş bir süre havada asılı kaldıktan sonra yerine yeniden oturur. Bundan dolayı taşa muallâk taşı denilmektedir. Taş kuzey-güney istikametinde 18 metre, doğu-batı istikametinde ise 13.5 metre çapındadır. Muallâk taşının en yüksek yeri 2, en düşük yeri ise 1.25cm yüksekliğindedir. Altın kubbenin çapı büyüklüğündeki kaya’nın altında bir oyuk bulunmaktadır. Bu oyuğa merdivenle inilmektedir. Küçük bir mescit görünümündeki oyukta 15-20 kişi namaz kılabilmektedir. Kubbesi Ürdün kralı Hüseyin tarafından altınla kaplanan camide kaya kubbenin altında bulunuyor.
HAREM-İ ŞERİFİN İKİ İNCİSİ MESCİD-İ AKSA VE KUBBETTÜSAHRA
Kubbetüssahra camii taşın etrafında konuşlandırıldığından ilginç bir mimariye sahip. Sekizgen olan camiinin dört yöndeki duvarlarıda dört ayrı kapı bulunmakta. Bu kapılardan birisi güneye bakmaktadır ki, imamın namaz kıldırdığı mihrap ta bu kapının önünde yer almaktadır. Kıble yönünden de içeriye girilebilen dünyadaki tek cami sanırım Kubbetüssahra’dır. Kubbe mevsimleri belirten 4 ana sütun ile ayları simgeleyen 12 sütun üzerine oturtulmuştur ve üzeri altın varak ile kaplanmıştır. İçeriden ahşap süslemeleri ve rengârenk mozaikleri dış cephesindeki çini süslemeleri ile bu yapı Kudüs’ün İslami yüzünü gösteren muhteşem bir sanat harikasıdır. 1099’da Kudüs’ü ele geçiren Hıristiyanlar burayı kilise olarak kullanmışlar, Selahaddin-i Eyyübi’in Kudüs’ü yeniden 1187’de fethetmesiyle birlikte mescit 88 yıl aradan sonra asli fonksiyonuna geri döndürülmüş. Caminin dışında yer alan çini süslemeleri Kanuni Sultan Süleyman devrine aittir. Kubbetüssahra’nın sekizgen dış duvarının üst tarafına Yasin-i Şerif’i yazdıran padişah ise II.Abdülhamit’tir. Gerek Osmanlılar gerekse diğer devletlerden Kudüs’e sahip olanlardan her padişah, her paşa veya her Kudüs valisi Harem-i Şerif’in içerisine bir hizmet yapmak istemiş. Harem bundan dolayı irili ufaklı onlarca tarihi eseri barındıran doğal bir tarih müze haline gelmiştir. Harem-i Şerif’in 140 bin metrekarelik kutsal alanının her tarafı ayrı dönemlere ait tarihi eserlerle doludur.
Kubbetüssahra Müslümanların Hıristiyan mimarisi karşısında kendi mimarisinin varlığını hissettiren önemli bir eserdir. Caminin doğu cephesinde ise bire bir aynısı olan maketi yer almaktadır. Burayı yapan mimar, projesini çizdikten sonra nasıl duracağını görmek için önce maketini yapmış, maketin hoş durması üzerine de asıl proje yapılmaya başlanmıştır.
Kubbetüssahra’nın güney batısında açık alanda bir mihrap bulunuyor. Bu mihrap açık havada namaz kılmak için yapılmış. İslam beldelerinde açık havada namaz kılma, yakın zamana kadar devam ede gelen bir gelenektir. Aynı zamanda de peygamber sünnetidir. Hazreti Muhammed’in (S.A.S) Medine’de zaman zaman değişik yerlerde tek veya cemaatle namaz kıldığı bilinmektedir. Anadolu’nun bazı kentlerinde de başta Cuma ve bayram namazları olmak üzere büyük kalabalıklarla kılınan namazlar ismi namazlık veya mihrap olan bu tür yerlerde halen de kılınmaktadır. Konya’da musalla mezarlığının içinde böyle bir yer mevcuttur. Konya Büyükşehir belediyesi burayı restore etmiştir. Çocukluğumun geçtiği Malatya’nın Battalgazi ilçesinde adına mihrap dediğimiz açıkta namaz kılınan böyle bir yer vardı. Bayramların bahar ve yaz aylarına geldiği yıllarda bayram namazlarını burada kıldığımızı hatırlamaktayım.
Kubbetüssahra’da önce muallak taşını, ardından caminin diğer bölümlerini ziyaret etik. Muallak taşının güneyinden bulunan bir merdivenden, taşın altındaki mağara şeklindeki oyuğa inerek burada iki rekat namaz kıldık. Vakit akşam olduğundan ve ezan okunduğundan akşam namazını da cemaatle burada kılmak kısmet oldu.
Kubbetüssahra’yı ziyaret ettikten sonra kıble istikametine doğru yürüyerek yüzyıllara meydan okuyan, peygamber efendimizin miraç yolculuğundaki birinci durağı Mescid-i Aksa’ya yöneldik. Mescid-i Aksa ile Kubbetüssahra’nın arası yaklaşık 150-200 metre. Kubbetüssahra biraz daha yüksekte kalıyor. Kubbetüssahra’dan Mescid-i Aksa’ya ulaşmak için dört kemerli revaklardan geçip 20 basamak aşağı inmek gerekiyor. Merdivenlerden indikten sonra mermer kaplı geniş bir meydana geliniyor. Mescit’in giriş kapıları kuzeye, yani Kubbetüssahra’ya bakıyor. Kubbetüssahra’da namaz kılan birisi kıble olarak hem Mescid-i Aksa’yı hem de Kabe’yi karşısına almış oluyor. Mescit’e girilen geniş kemerli kapının sağında ve solunda üçer kemer bulunuyor. Kemerlerle başlayan revaklar kuzey-güney istikametinde mescidin bir başından diğer başına kadar devam ediyor. Mescid-i Aksa kuzey-güney istikametli 15 kemerden oluşurken, bu kemerlerden bugüne sadece 7’si kalabilmış. Bölge deprem bölgesi olduğundan zamanla diğerleri yıkılmış. Bugüne kalan yapının sağında ve solunda eskiden mescit alanı olduğunu belgeleyen sütun kalıntılarına rastlamak mümkün.
Mescidin bulunduğu araziye ilk mescit Hz.Ömer tarafından 637 yılında yaptırılmış. Hazreti Ömer Kudüs’ü fethettikten sonra, ilk iş olarak buraya küçük bir cami yaptırmış. Günümüzde var olan mescidi ise 709 yılında Emevi Sultanı Velid Bin Abdulmelik yaptırmış. Mescit klasik Arap mimarisiyle inşa edilmiş ve giriş kapısından mihraba doğru uzanan üç revaktan oluşmuştur. Mihraba yakın ahşap süslemeli bir kubbesi bulunan mescit, Hıristiyan işgaline kadar bir çok tamir geçirmiştir. Haçlılar burayı işgal edince de bir süre Kilise’ye çevirmişler. Maalesef alt bölümlerini ise ahır olarak kullanılmışlar. Alt bölümler olarak adlandırılan kısım Namaz kılınan mevcut mescidin bodrumları olarak düşünülebilir. Mescit’in güney duvarı ile kuzey duvarı arasında (Tepe olduğu için) kod farkı olduğundan, bodrum olarak nitelendirilen kısma kuzey yönünde uzun merdivenlerle inilirken, güney tarafı yüksekte kaldığı için pencereler güneydeki Silvan vadisine bakmaktadır. Mescidin alt bölümleri yine kod farkından dolayı birbirine kendi içinde merdivenlerle bağlanmaktadır. Alt bölümlerin büyüklüğü alan itibariyle, üstteki yapıdan birkaç kat büyüktür. Mescid-i Aksa depremlerde birçok kez yıkıldığından ve her seferinden ayrı dönemlerde, ayrı mimari tarzlarla yeniden yapıldığından yekpare bir mimari yapıya sahip değildir. Birbirine benzemeyen sütunlar, farklı kemer ve farklı tavan kaplamaları ile Mescid-i Aksa 8.yüzyıldan günümüze bütün dönemlerin farklı mimari esintilerini yaşatmaktadır.
Selahaddin’i Eyübi’nin Kudüs’ü fethiyle birlikte yapı tekrar mescit haline dönüştürülmüş. Eyyübi Sultanı İsa döneminde camiye bazı ilaveler yaptırılarak cami genişletilmiş. Osmanlı döneminde ise Kanuni, II.Mahmut, Abdülmecit ve II.Abdülhamit, Cami’nin bakım ve onarımıyla yakından ilgilenmişler.
1969 yılında fanatik bir Yahudi Mescid’i yakma teşebbüsünde bulunmuş ve mescide önemli ölçüde zarar vermiş. Eyyübi Sultanı Nureddin Zengi döneminde Halep’te yaptırılıp getirilen ve Abanoz ağacından yapılmış harika sanat eseri minber bu yangında maalesef kül olmuş. Birbirinin aynısı olan ve yine Nureddin Zengi tarafından yaptırılan diğer minber ise halen Halil kentinde bulunan Hz.İbrahim Külliyesinde mevuttur.
Mescid-i Aksa’nın içerisinde tamamı mermer olan ve Hz. Zekeriya’ya atfedilen bir minber bulunuyor. Müslümanlar burayı da ziyaret ederek, Hz. Zekeriya’ya dualar gönderiyorlar.
Yazan: Nurettin Bay Editör: Ahmet Özer