Son Dakika Haberler

5 - Gömülmek için servet verilen kutsal dağ, Zeytin Dağı

Eklenme Tarihi: 02.05.2012 - 20:18

Yahudiler ahirette kurulacak olan sırat köprüsünün de zeytin dağı ile Mescid-i Aksa arasına kurulacağına inanıyor.

5 - Gömülmek için servet verilen kutsal dağ, Zeytin Dağı

Yatsı namazında Mescid-i Aksa’dayız. Hazreti Süleyman’dan bugüne kadar geçen yaklaşık 3000 bin yıllık tarihi bilgilerimiz bir film gibi gözümüzün önünde akıyor. İmam ‘vela daaalliiiin’ derken, biz Türkler içimizde  sessizce Amin derken, Filistinli Müslümanlar tıpkı Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’ideki gibi Amin’i yüksek uzatıyor. Bir sonraki rekatta biz de onlara uyarak sesimizi yükseltiyoruz. Namaz bittiğinde Filistinli Müslümanlar biz yabancı misafirlerinin etrafını çeviriveriyorlar. Daha ilk bakışta Türk müsünüz? Diye soruyorlar. Cevabından emin oldukları soruyu sorarken, gözlerindeki sevinç ışıltısını görebiliyoruz. Yarım yamalak Arapça ve İngilizcelerimizle birbirimizin hatırını soruyoruz. Dilde biraz zor anlaşsak da vücut diliyle iyi anlaşıyoruz. “Neredeydiniz?” diye soracaklarından korkuyoruz. Çünkü verebilecek cevabımız yok. Onlar da bunu bildiklerinden, daha ilk günden misafirlerini zor duruma düşürmek istemiyorlar. Sadece “şükran” diyebiliyorlar. Mescitten çıkarken sağ tarafta 80-90 yaşlarında bir Filistinli kadınla karşılaşıyoruz. O da aynı soruyu soruyor. Onlarca Müslüman memleket varken, nereden biliyorlar Türk olduğumuzu? Biliyorlar çünkü Filistinlilerle o kadar çok birbirimize benziyoruz ki… Müslüman ülkeler arasında bize en çok benzeyen ülkelerin başında Filistin geliyor. Hatta Suriye ve Kuzey Iraklılardan bile daha fazla benziyorlar biz Türklere. Yüz binlerce şehidimizi topraklarına gömdüğümüz, 700 yılı aşkın süre Konya gibi, Kayseri gibi, Malatya gibi kendi vilayetimiz olarak yönettiğimiz Kudüs’te ve Filistin’de Müslümanlar gerçekten bize çok benziyorlar. 1917’de kaybetsek bile Filistinliler hem simalarında hem şehirlerinde Osmanlı’yı yaşatmaya devam ediyor. Türk olduğumuzu duyan yaşlı teyzenin ağzından anlayabildiğimiz tek kelime dökülüyor. “Elhamdülillah” Gözlerine bakamaya cesaret edemeden başımızla selam verip, gözyaşlarımızı içimize akıtarak uzaklaşıyoruz oradan. Uzaklaşarak sonraki cümleleri duymak istemiyoruz belki de… Uzaklaşarak neyi çözebildiysek bu güne kadar…

Kanuni’nin yaptırdığı surların yanı başında bizi bekleyen otobüsümüze binmeden önce uyarılıyoruz. Harem-i Şerif’in doğusundaki surların dibinde, sahabe mezarları var. Yüzlerce sahabe Kudüs’ü fethetmek için yapılan savaşta burada şehit düşmüş. Minnet duygularıyla yüzümüzü kabristana dönerek Fatihalar gönderiyoruz, peygamberin arkadaşlarına.

Kıvrılarak yukarıya doğru tırmanırken rehberimiz sol taraftaki büyük bir binaya dikkatlerimizi çekiyor. “Burası Osmanlı 3. Ordusunun karargâhı idi. Bu karargahta en son Cemal Paşa ordu komutanlığı yaptı. Şimdi hastane olarak kullanılıyor” diyor Selim bey. Osmanlının ihtişamına Zeytin Dağının tepesinde bir kez daha şahit oluyoruz.

Filistinlilere ait mahallelerden geçerek Zeytin Dağının güneyinde bir yere getiriliyoruz. Araçlarımızdan indirilerek seyir terası olarak kullanılan alana geliyoruz. Görüntü muhteşem. Harem-i Şerif’le birlikte, Kudüs’ün panoramik görüntüsü bizi büyülüyor. Mescid-i Aksa ile Kubbetüssahra’yı bir bütün olarak doğu cenahında bir arada en güzel burada görüntüleyebiliyoruz. Panoramik görüntüden doyumsuz manzaraları aynı zamanda kameralarımız ve fotoğraf makinelerimiz ile de ebedileştiriyoruz.  Grup yorgun olmasına rağmen hiç kimse buradan ayrılmak istemiyor. Rehberimiz, ancak bir kez de gündüz buraya getirmek kaydıyla bizi otobüsümüze bindirebiliyor.

Zeytin Dağındaki seyir terasının hemen alt tarafında Yahudi mezarlığı bulunuyor. Burası sıradan bir Yahudi Mezarlığı değil. Dünya üzerinde yaşayan bütün Yahudilerin gömülmek istediği bir numaralı mezarlık burası. Çünkü Yahudiler buraya gömüldüklerinde yüzde yüze yakın bir ihtimalle cennete gideceklerine inanıyorlar. Bundan dolayı da buradaki bir mezar yerinin fiyatı, birkaç daire fiyatından daha fazla. Zengin Yahudilerin tamamı buraya gömülüyor. Yahudiler aynı zamanda ahirette kurulacak olan sırat köprüsünün de zeytin dağı ile Mescid-i Aksa arasına kurulacağına inanıyor. Bunun için de buraya gömülmek onların en büyük muradı. Bir bahaneyle Mescid-i Aksa’nın doğu duvarlarının dibinde bulunan sahabe mezarlığını da bunun için kaldırmayı planlamışlar. Buraya park yapacağız bahaneleriyle yaptıkları müdahaleler duyarlı Müslümanlar tarafından fark edilince, başta Türkiye olmak üzere gösterilen tepki üzerine geri adım atmış durumdalar. Yahudilerin düzgün dik dörtgen şeklinde olan mezarlarının üzerinde sayıları mezardan mezara değişen küçük taşlar bulunuyar. Bu taşların gelen ziyaretçilere ait olduğunu öğrendik. Bir mezar üzerindeki bu taşların adedi o mezarın kaç kişi tarafından ziyaret edildiğini ifade ediyor.

Karmaşık duygular içerisinde yoğun  bir günün ardından, gece saat 24.00 sularında yeniden otelimizdeyiz. Rehberimiz sabah namazını Mescid-i Aksa’da kılıp kılmamamızın bize ait bir tercih olacağını, isteyenleri götüreceklerini söylüyor. Telefonumun alarmını 03.15’e kuruyorum. Harem-i Şerif’te sabah ezanı okunmadan önce minarelerden kasideler okunmaya başlıyor. Kasideleri Harem-i Şerif’te dinlemek için erken kalkmamız gerekiyor. Günün notlarını aldıktan sonra başımı yastığa koyarak uyumaya çalışıyorum. Kubbetüssahra’nın altın kubbesi, Muallak taşı, Mescid-i Aksa, Kanuni’nin yaptırdığı Kudüs surları, Osmanlı üçüncü ordu karargahı, zeytin dağı, sahabe kabristanı, Hazreti Meryem’in evi gözlerimin önünde defalarca akıp gidiyor. Uyudum mu, bilemiyorum. Telefonun sesiyle uyandığımda saat 03.15’ü gösteriyordu. Abdest alıp dışarı çıktığımda grubun firesiz bir şekilde otobüste olduğunu görünce hayretlerimi gizleyemedim. Anlaşılan grupta herkesin yaşadığı duygu yoğunluğu birbirine yakın.  Harem-i Şerif’e yine Aslanlı Kapıdan giriş yapıyoruz.

Hazreti Meryem’in evini geçer geçmez, müezzinin okumaya başladığı kasidelerle ürperiyoruz. Kasideler Arapça ama bizi etkiliyor. Kim bilir Yahudiler gecenin bu saatinde bu sesten ne kadar rahatsız oluyorlardır. Bütün yaşananlara rağmen binlerce şükürler ki, Mescid-i Aksa’nın minarelerinde hala Ezan-ı Muhammedi okunuyor. İç kapıdan geçerken, yeniden İsrail askerleriyle karşılaşıyoruz. Sadece Türk olup olmadığımızı soruyorlar. Artık tanıyor olmalılar ki, fazla sorgulamadan ve kimliklerimize bakmadan içeriye alıyorlar.
 

MESCİD-İ AKSA’DA SABAH NAMAZI

Sabah ezanını mescidin tarihi bahçesinde dinliyoruz. Sabahın sessizliğini yaran Filistinli müezzinin sesi tarifi imkansız bir hüzün oluşturuyor yüreğimizde. Hani hep dua ederiz ya Allah’ım minarelerimizi ezansız bırakma diye. Filistin’de ezan okunuyor ama, İsrail silahlarının gölgesinde. Sabah namazına “bağımsız Filistin” temenni ve dualarıyla başlıyoruz. Dualarımıza imam da katılıyor. İkinci rekatta rükuda kalkarken namaz bozulmadan eller duaya kalkıyor ve imam dua ediyor, cemaat amin diyor. Yatsı namazında 5 olan saf sayısı 15’e yükselmiş. Burada namazlar hatimle kılınıyor. Mescid-i Aksa cemaatinin bu günlerde farklı bir üzüntüsünün olduğunu öğreniyoruz. Yıllardır kendilerine imamlık yapan Şeyh Ali Abbas Eriha’ya sürülmüş. İmam Şeyh Ali Abbas bırakın imamlığı bugünlerde Kudüs’e de alınmıyor.  

Filistinliler için Kudüs’te yaşayabilmek için 1967 öncesinden Kudüslü olmak gerekiyor. 1967 yapılan sayımda Kudüs dışında yaşayanlar  halen inşaatı devam etmekte olan utanç duvarının ardında yaşamak zorunda. Artık Şeyh Ali Abbas’da o duvarın dışında yaşıyor. Kudüs’te 1967 öncesi yaşayanlar İsrail vatandaşı. Diğerlerinin vatandaşlığı yok. Onlar en son vatandaşı olduğu ülke Osmanlı devleti.

SON OSMANLI

Her tarafı Türk kokan Kudüs’teki kapalı çarşıyı gezerken, bir Filistinli Türk olduğumuzu hissedince durdurdu. Emin olmak için “Türk müsünüz?” diye sordu. Evet deyince göğsü kabarırcasına “ben Osmanlı vatandaşıyım” dedi. Hasretle kucaklaştı bizimle. Birbirlerini onlarca yıl tanıyan, uzun süre ayrı kalan dostların sarılışı gibi…Onu bağrımıza basarken, gözyaşlarımızı içimize akıttık. Küçük dükkanına davet etti. Cuma namazının yakın olduğunu söyleyince , “namazdan sonra beklerim” dedi. İnşallah dedik, ama programımız dolu olduğundan bir daha kapalı çarşıya dönemedik.

1967’den önce Kudüs’te olduğunu belgeleyenlerin pasaportları var. Diğerleri ise devletsiz. Onlar yurt dışına çıkabilmek için önce  Ürdün’e gidiyorlar. Ürdün’ün  verdiği  geçici pasaportla yurt dışına  çıkabiliyorlar. Eski Kudüslüler de umre ve hacca gidebilmek için aynı yolu deniyorlar.

İkinci gün yeniden  zeytin dağına çıkıyoruz. Harem-i Şerifi oradan bir kez daha ama bu sefer gündüz gözüyle temaşa ediyoruz. Mescid-i Aksa ve Kubetüssahra burada bir başka güzel görünüyor. Hemen aşağısı Yahudi mezarlığı.

Mescid-i Aksa ve Kubbetüssahra’nın bulunduğu üzeri düzlük olan tepeye Moria  tepesi deniyor. Moria tepesi rakım olarak Zeytin Dağından daha düşük olduğundan, buradan daha güzel görünüyor. Turistler fotoğraf çeksin diye Yahudi mezarlığının bittiği yamacın üst tarafında seyir alanları oluşturmuşlar. Buraya gelenler Moria tepesindeki etrafı Kanuni Sultan Süleyman tarafından surlarla çevrilmiş olan  140 bin metrekarelik  harem (iki mescidin olduğu alan) alanını ve Kudüs’ü seyre doyamıyorlar. Kubbesi Ürdün kıralı Hüseyin tarafından altın ile kaplanmış olan Kubbetüssahra camisi ve bütün ihtişamıyla Mescidi Aksa; üzerinde onlarca peygamberden hatıralar taşıyan Zeytin Dağında geçmiş ile gelecek arasındaki köprülük vazifesini insanlara sunmaya devam ediyor. Zeytin Dağından aynı zamanda Mescid-i Aksa’nın güneyinde kalan Silvan vadisi, doğusundaki ceviz vadisi de görülebilmekte. Moria tepesinin doğu yamacında Sahabe kabirleri var. Sahabe kabirleri  Mescid-i  Aksa duvarının 100-150 metre doğusunda, duvarının dibinde yer alıyor.
 

Yazan: Nurettin Bay                                                    Editör: Ahmet Özer