Son Dakika Haberler
‘Dinde zorlama yoktur’ âyet-i kerimesini doğru anlayıp ona göre davranışlarımızı belirlemeliyiz. Âyet-i Kerîmelerde: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." (Bakara Sûresi âyet:256) "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." (Kâfirun Sûresi âyet:6) buyurulmuştur.
Tâğut, Allah’tan başka tapılan her şey demektir. Biz Müslümanlar, bütün Tâğutları reddediyoruz. Sadece ve sadece, Âlemlerin, her şeyin sahibi, ezeli, ebedi, hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şeyin kendisine muhtaç olduğu, Rahman ve Rahim, Allah (c.c.)’ın varlığına ve birliğine inanıyoruz. İnsan; nefs-i emmare yani kötü arzuları, şeytanın vesveselerle saptırma girişimlerine kanıp yanlış yapma durumu söz konusudur. Ancak aynı zamanda akıl nimetini vahiyle buluşturup kötülüklerden, yanlıştan uzak durup, doğruluk, hak, hakikate erme durumu da söz konusudur. Burada kişinin iradesi gereği yaptığı tercihler sorumlu olmasını zorunlu kılmaktadır. Nefs-i emmaresine uymayan, akli melekesini vahiyle buluşturan İmanlı kişi kolay kolay günah işlemez. Aslında dinin koyduğu kaidelere uymamıza mâni olan, içimizdeki kötü arzulardır. Nefsini eğitmek suretiyle insan kendini kötülüklerden koruyabilir. İslâm, insanlara din duygularını uyandırmak ve akıllarını doğru yönde işletmek suretiyle kendisine davet etmektedir. Kur’an’ın açıklamalarıyla doğru eğriden ayırt edilir hale gelmiştir. Bu irşadın ışığında İslâm’a ilk adımı atmak, hür iradeleriyle insanlara aittir.
İnsanların zorla din değiştirmeleri hem imkânsız hem de hükümsüzdür, bu sebeple de yasaklanmıştır. Savaş insanları zorla İslâm’a sokmak için değil, din yüzünden baskının ortadan kalkması, din ve vicdan hürriyetinin hayata geçirilmesi, güçlü olanların hukuku çiğnemelerinin engellenmesi içindir. Müslüman olmayanlar bu hak, hukuk ve hürriyet düzenine uydukları müddetçe kendi inançlarında kalma ve onu yaşama hakkına sahiptirler. Din; bilgi, inanç ve amelden oluşan bir bütündür. Bir insana zorla bilgi verilebilir, fakat zorla inanması sağlanamaz. Çünkü iman kalbin tasdikidir, bildirilenin doğru olduğuna insanın içten kanaat getirmesi ve inanmasıdır. Bu inanma ancak serbest irade ile karar vermeye ve tercih etmeye dayanır. Ayrıca kalbin ve zihnin içinde olup bitenleri başkasının bilmesi mümkün olmadığından, zora mâruz kalan kimsenin “İnandım” demesi halinde bunun içteki duruma uygun olup olmadığı kontrol edilemez. Bir kimse ne zorla inandırılabilir ne de zor altında inandığını söyleyenin içtenliğine güvenilebilir. Dinî amelin özü ihlâstır. İhlâs yapılanların Allah rızâsı için gerçekleştirilmesidir. Zorla bir davranışta bulunan insanın dinî amelinden söz edilemez. Dinin en önemli iki unsuru olan “iman ve amel” zorlamayla olmayacağına göre “Dinde zorlama yoktur, insan zorla Mü’min ve dindar olamaz” cümlesi, tabiatta câri ilâhî kanunlar gibi var olan bir hakikati ifade etmektedir. Arkadan gelen ve bu cümlenin gerekçesi mahiyetinde olan “Çünkü doğru eğriden apaçık ayrılmıştır” ifadesi, bu kaidenin aynı zamanda bir dinî kural ve hüküm olduğunun delilini teşkil etmektedir.
Biz Müslümanlar, inancımız gereği herkesin neye inanıp inanmayacağına karışmadığımız gibi, bu konuda herhangi bir baskı da yapmaz ve yapamayız da... İslâm zorla kabul ettirilemez, ettirilse de bir değeri olmaz. Cebir ve şiddet kesinlikle uygulanamaz. Kim neye inanıyorsa, o’nun gereklerini özgürce yerine getirir. İslam dinini kendi hür iradesiyle tercih eden bir Müslüman, başka inançlara sahip olanlara baskı yapmaz ve yapılmasına da izin vermez. Dinde zorlama yoktur. Hiç bir insan zorla Müslüman yapılamaz ancak kişi kendi isteğiyle Müslüman olmuşsa o zaman da İslam’ın gereklerini yapmak zorundadır. Bu konuyu dünyevi görevlerimiz üzerinden daha anlaşılır şekilde izah edelim: Şöyle ki; diyelim ki bir kişi kendi isteğiyle Öğretmen, Polis v.b. devlet memuru oldu. Devlet Memuru olan Öğretmen, Polis mesaiye uymam, derslere girmek istemiyorum kafama göre gelirim veya gelmem deme şansı var mı? Elbette böyle bir hakkı yok. Öğretmen veya Polis olmayı kendi tercih edip kabul ettiğinden verilen görevleri zamanında yapmak zorundadır. Verilen görevine bir gün, iki gün, üç gün gitmezse, durumuna göre uyarma, kınama, kademe durdurulması, maaştan kesme cezası verilir. Hatta memur mazeretsiz, izinsiz olarak on gün göreve gitmezse görevine son verilir Müstafi yani istifa etmiş sayılır. Ama kişi, Öğretmenliği, Polisliği kabul etmese, devlet memuru olmazsa kimse ona göreve geleceksin diye baskı yapmaz ve yapamaz. Bu örnekte olduğu gibi kendi hür iradesiyle İslam’ı tercih edenlerin namazı kılması gerekir.
Müslüman, namazı kılmıyorsa Hanefi mezhebine göre uyarılır, toplumdan tecrid edilip te’dip edilir yine de kılmıyorsa kılıncaya kadar gözetim altında tutulur ve tövbe edip kılacağını beyan ettikten sonra bırakılır. Diğer mezheplerde farklı görüşler olmakla beraber genel kabul bu şekildedir. Dünyalık bir görevi kabul edince o görevin gereklerini yapmayanlara ceza, yaptırım uygulanmaktadır. Bu anlamda Müslüman olanların da görevlerini yapmaları, yapmayanlara da bazı yaptırımların uygulanmasının ne kadar haklı ve gerekli olduğu hakikatini anlamaktayız. Dinimiz İslam’ı en iyi, en doğru bir şekilde anlayıp örnek bir hayatı yaşayan, güzel ahlak sahibi Mü’minlerden olmamız duası ile sıhhat ve âfiyetler dilerim.
Yorumlar