Bir referandumdan öte...
10 Mart 2017
Türkiye 16 Nisan 2017’de önemli bir sınavdan geçecek. Cumhuriyetin kurulmasından sonraki en önemli sınav. Sınavdan geçecek olanlar 18 yaş ve üzeri tüm vatandaşlar.
Osmanlı’nın yıkılışından sonra halk yönetimini esas alan bir sistem geliştirdik. Tabiri yerindeyse günün modasına uyduk ve “CUMHURİYET’E EVET DEDİK.” Bunun anlamı şuydu, artık ülkenin yönetiminde tek kişinin veya bir ailenin söz sahibi olduğu PADİŞAHLIK sistemi olmayacaktı. Halkın kendisi, kendisini yönetecekleri seçecek ve kaderine razı olacaktı. Günün modası halkın kendi kendini yönetmesiydi. Bunun adına da DEMOKRASİ deniyordu.
Tabii ki hiçbir şey kolay olmadı. Demokrasinin yerleşmesi, kökleşmesi için büyük bedeller ödendi. Hele hele Cumhuriyeti ilan ettiğimiz 1923’ten çok partili sisteme geçtiğimiz 1946’ya kadar sıkıntılı süreçlerden geçildi. Bugünkü anlamda Demokrasi veya Cumhuriyet demeye bin şahit gerektiren uygulamalar yaşandı. Gerek Atatürk ve gerekse İnönü’nün dönemlerinde monarşik sistemleri aratan yönetim şekilleri uygulandı.
1950 ile birlikte gerçek anlamda çok partili döneme geçildi, ancak vesayeti elinde bulunduranlar, kendileri gibi düşünmeyen parti ve kişilerin ensesinde boza pişirdiler adeta. Boza pişirmek çok hafif kalır. NEYEN YAPTILAR NELER…! 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve nihayet 15 Temmuz 2016 darbe veya darbe benzeri antidemokratik kalkışmaların hepsinin sebebi aynıydı aslında. Vesayeti elinde bulunduranlar demokrasiyi milletin iradesi olarak değil, kendilerinin iradesi olarak gördü. Millet kim oluyordu ki? Millet kendilerini işaret ettiklerini iş başına getirdiyse mesele yok. Ancak kendileri gibi düşünmeyenleri iktidara getirdiyse bu darbe sebebiydi.
İşte şimdi Türkiye, 1923-1950 CHP diktatörlüğü ile 1950-2017 vesayet sistemlerinden çektiği sıkıntılardan kurtulup, hakiki istiklal için bir sınavdan geçecek. Ya “diktatörlüğe de, vesayete de son” diyecek gerçek demokrasiye geçecek, ya da “ben çektiğim sıkıntılardan çok memnunum” diyecek eski sisteme devam kararı alacak. Hadise bu kadar basit.
Parlamenter sistemin devamını savunanlar, sanki bu ülkede parlamenter sistem çok başarıyla uygulanmış, hiçbir sıkıntı oluşturmamış gibi bir hava estirmektedirler. Sanki iktidar durduk yerde rahatımıza çomak sokmuş da, Cumhurbaşkanlığı Sistemini dayatmaya çalışmaktadır. Tabii ki böyle değil. Tabii ki çift başlı sistem olarak da bilinen Parlamenter Sistem, ülke yönetiminde büyük zafiyetler oluşturmuştur. Parlamenter sistemden yana olanlara soruyorum, Allah aşkına söyleyin 1923’ten buyana hangi cumhurbaşkanı hangi başbakanla sıkıntısız çalışmıştır. Atatürk-İnönü, İnönü-Celal Bayar, Celal Bayar-Menderes, Korutürk-Demirel, Kenan Evren-Turgut Özal, Turgut Özal-Süleyman Demirel, Süleyman Demirel-Tansu Çiller, Ahmet Necdet Sezer-Bülent Ecevit ikilisinden hangileri döneminde ülkeyi büyük sıkıntılara sokan hadiseler yaşanmamıştır? Tüm bu dönemlerin hepsinde büyük sorunlar yaşanmış, ülke uçurumun kenarına kadar savrulmuştur. CHP’li vatandaşlarımız eğer 2001-2002 ekonomik krizine sebep olan Sezer-Ecevit kavgasını unuttularsa, benim de diyecek bir şeyim yok. Bu millet 19 Şubat 2001’de, tarihe KARA ÇARŞAMBA olarak geçen o büyük krizi, o büyük kaosu unutmaz, unutmayacak. CHP’lilerin de unutmayacağını düşünüyorum.
Yine CHP’liler çok daha iyi bilirler. Eğer bilmiyorlarsa kendi tarihlerini de bilmiyorlardır. İki başlı sistemden en çok CHP çekmiştir. CHP’nin birinci ve ikinci genel başkanları, yani Atatürk ve İnönü en çok kavga eden Cumhurbaşkanı-başbakan ikilisi. Şimdi bunu İsmet İnönü’nün kendi hatıratından size sunuyorum. İnönü hatıratındaki ayrılık sahnesinde şöyle naklediyor: “Bir akşamüzeri sofrada kavga eder gibi bir münakaşa geçti. Ertesi gün Atatürk ile görüştük. Kendisinin bana söylediği şuydu: ‘Şimdiye kadar bin meselede bin defa kavga ettik. Akşam pek aleni oldu. Bir müddet çekilmen, istirahat etmen lâzım.’ ‘Minnettar olurum sana’ dedim. ‘Çok teşekkür ederim’ dedim.
Araştırın bulursunuz. İnönü kendi hatıratında Atatürk ile bin defa kavga ettiğini yazıyor. Ve son kavga 1937’nin sonbaharında oluyor. Atatürk İnönü’yü başbakanlıktan alıyor ve yerine Celal Bayar’ı başbakan yapıyor. Yani Atatürk’ün vefatından öneki son başbakanı İnönü değil Bayar’dır. Yine yakın dönem tarihçileri Türkiye’nin 30’lu yıllardaki en büyük sorunlarından birinin bu olduğunu söylerler.
Savunulan fikirlerin doğru olup olmadığını ispatlamak için bazı delillerin ortaya konulması gerekir. Yukarıda anlatılan delilleri hala yeterli bulmayanlar için bir başka örnek daha vereceğim. Hepimizin tanıdığı yakın tarihimizin büyük devlet ve siyaset adamlarından hangisi başkanlık sistemini savunmadı? Rahmetli Turgut Özal’ın da, Rahmeti Demirel’in de, Rahmetli Türkeş ve Rahmetli Erbakan’ın da “BAŞKANLIK SİSTEMİ’ni” savunduğu herkes tarafından bilinmektedir. Hepsinin konuşmaları veya parti programları kayıt altındadır. Daha başka bir şeye gerek var mı?
İşte tüm bu hatırlatmalar ve tarihi gerçeklerden sonra diyorum ki, bu 16 NİSAN REFERANDUMU BİR REFERANDUMDAN DAHA ÖTE ANLAMLAR İÇERMEKTEDİR. Halkoylamasında sadece bir sistem değişikliğini oylamayacağız. Aynı zamanda cephede canlarımızla ve kanlarımızla kazandığımız 15 TEMMUZ DESTANI’nı sandıkta da taçlandıracağız. Diyorum ki gelin, o gece meydanlarda kazandığımız zaferi masa başında veya sandıkta kaybetmeyelim. Bu seçimde EVET demek için bir başka nedenimiz daha var. Bir hayır cephesine bakalım orada kimler var? CHP-HDP-PKK-FETÖ-AVRUPA-AMERİKA. Artık milletimiz kararını buna göre verecek. Sonuç ne olursa olsun hepimiz sonuca saygı duyacağız tabiî ki. Çünkü yukarıda belirttiğim gibi 1923’de bir karar vermiştik, kendimizi kendimiz yönetecek ve çoğunluğun reyine saygı duyacaktık. Şüpheniz olmasın öyle de olacak. Ben halkımızın basiret ve ferasetine güveniyorum.
Yorumlar
Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.