Güneş yeryüzüne sakladığı yüzüyle sarı saçlarını toplamış akşamın karanlığı bastırmıştı. Sokak lambaları yalancı ışıklarıyla onun yerini almaya çalışıp birer birer sokakları aydınlatmaya başladılar. Bahçesindeki kedileri doyurmaya çıkmıştı ki birden tüm sokak lambaları sönüp, gecenin karanlığı ile mahalleyi başbaşa bıraktı. İşte tam o sırada çığlık çığlığa acı bağışlarla yanlarındaki bahçeli eve 3-4 gün önce taşınan mülteci ailenin çocukları dışarı çıktılar. Gecenin karanlığını yırtan bu acı haykırışların sebebini öğrenmek için karanlıkta düşmemeye çalışarak evin dışına çıkmıştı ki tüm lambalar tekrar yandı .Kapının önüne kadar çıkmış olan çocukların yüzünü de işte o anda gördü .Yaşları; 4-5ve8-9 gibi olan dört çocuk korkudan açılmış bilye gibi gözleriyle ona bakıyordu. Derken anneleri geldi sonra da babaları küçücük bedenleri sardı ve buruk bir gülümseme ve çatpat bir Türkçe ile ona çığlıkların sebebini açıkladı. Suriye'de savaşın en acı tanıklığını yapan bu çocuklar her elektrik kesilmesinden sonra bir bombanın atıldığını gördükleri için sokak lambaları sönünce yine bomba atılacak korkusu ile bağırıp, kaçıyorlarmış.Acının rengi, ırkı ,dili yoktur. Ben o gün o dört çocukta acının karanlığı yırtan tüm seslerini gördüm. Doğdukları evin bombalarla darmadağın oluşuna, dayılarının ölümüne babalarının yaralanmasına tanıklık eden ve Allah'ın kendilerine sunduğu yaşam hakkının zalim bir rejimin elinde son bulmaması için vatan dedikleri topraklarını işlerini okullarını bırakan ve komşularının merhametine sığınan çocuklar…"Hiçbir şey insan kadar alçalamaz, insan kadar yükselemez” der Hörderlin . Batı ülkeleri sırf dünyaya geliş renklerini ve yerlerini sanki kendi ellerindeki bir üstünlükmüş gibi gördükleri için yüzyıllardır Afrika'nın tüm zenginlik kaynaklarını sömürüp ,halklarına insanlığa sığmayan katliamlar yaptılar. Sonra da ülkeler kendi içlerinde iç savaşla uğraşıp, direnemesinler diye bir düzen kurdular.Petrolü, iktidarı, zenginlikleri ellerinde tutup kendi çıkarları için tüm orta Doğu'ya kan kusturdular. Müslüman ülkelerin birleşip büyümemeleri için de bu düzeni hep kendi adamlarıyla devam ettirdiler. Onların doymak bilmeyen hırslarının kurbanı ise milyonlarca masum kadın ,erkek ve çocuk oldu. Kimisi parkta oynarken kimisi dikenli tellere takılıp kalmışken, kimisi evinde uyurken, kimisi bir botla bilinmezliğe doğru giderken tanıştılar ölümle .?Doğdukları coğrafyanın kurbanı masumlar…Çok soğuk bir kış günüydü. Hani derler ya ; nefesler bile donuyordu ,işte öyle bir soğuk .İlk gelen göçmen toplulukların arasında bir kamyonla 100 kişi gelmişti, yerleştirmemiz gerekiyordu. Bulabildiğimiz tüm bodurum, çatı, normal dairelere talip oluyorduk. Ev sahipleri bazen kolaylaştırırken, bazen de ne kadar çaresizliği kağıda dönüştürürüm çabasına giriyordu. Bir ahırı bile kiralamak zorunda kalıp bulabildiğimiz tüm yardımlarla bir soba bir ocak ,battaniye, eski halı ,yatak derken o garipleri birer çatı verebilmek için tüm gün koşturuldu. O gün koşturan herkesin aklında tek bir soru vardı” ya yaşayabilmek için çoluk çocuğuyla yeryüzünde bilinmeze doğru koşturan bu insanların yerinde biz olsaydık”… zamanla acıları bile tepki vermemek insanlıkta şiddetli bir kan kaybıdır.İngiltere'de yaşanan bir olay da ünlü bir virtüöz ,piyanonun başına oturmuş ve salonu hıncahınç dolduran seyircilerin önünde konserine başlamıştı .Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen telleri önceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu. Dinleyiciler birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar fakat nedense tepki gösteremiyorlardı. 2 saat süren sessiz konserden sonra virtüöz oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle onları selamladı .Salon sürekli alkış sesleri ile çınlıyordu. Olaydan sonra piyanist kendisi ile röportaj yapan televizyon spikerine” insanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim, meğer sınırı yokmuş” diyordu.Batı; kendilerine sığınmak isteyenlerin botlarını patlatıp, denizde ölümlerini seyrederken milyonlarca masum bebeği katlederken, işte bu tepkisizlik de. Ama yer yüzünün ızdırapla göçmenlerinin milyonlarcasını yüzyıllardır konuk edip” yaradandan dolayı yaratılanı seven” bizler asla o aşağılara düşmeyeceğiz . Bir insan hayatta iken yumuşak ve şefkatlidir, ölünce sertleşir ve katılaşır. Bütün bitkiler ve çiçekler de öyle… Yaşarken narin bir canlı ölünce solgun ve kurudur bunun içindir ki katılık ve kuruluk ölümün ,yumuşaklık ve narinlik yaşamın belirtileridir…Yaşayan ve yaşatan olabilmek umuduyla