Sızı
04 Kasım 2019
Odamın duvarlarını süsleyen istiklal madalyalarının beratları var. Önlerinde durup, okumaya çalışıyorum. İncecik bir sızı tüm bedenimi kaplıyor. Size de oluyor mu? Bir eski mezarın başına gittiğinizde ya da dedenize ait bir belgeyi okumaya kalktığınızda hiç canınız yandı mı? Kendinizi kandırılmış, haksızlığa uğramış, boşlukta bırakılmış hissettiniz mi?
Safahat okumayı çok severim. Zaman zaman elime alır; o Türkçe’nin engin lezzetinde kaybolmak isterim. Ama milli şairimizin; istiklal marşının çıktığı bu yüreği bile anlamak için neredeyse tercümeye ihtiyaç duyarım. Çok değil benden elli ve ya yetmiş yıl önce yazılmış bir eseri bile okurken zorlanmak, “şunu demek istemiş, bunu kastetmiş” gibi dipnotlarla ancak kavrayabilmek; dedesinden gelen bir mektubu okuyamayan anlayamayan bir torun olarak âciz kalmak….
Mevlana hazretlerinin kabrinin yan tarafında bulunan Yusuf Ağa Kütüphanesi yıllarca, benim için en merak ettiğim yerlerden biriydi. İçeriden çıkan Japon olduğunu düşündüğüm pek çok turisti gördükçe hep içim sızlardı. Kendimi tüm araç-gereçleri elinden alınmış, nereye gideceğini bilmeden denizin ortasında bırakılmış bir yabancı gibi hissederdim. Onlar; benim olanı alıp gidiyorlar, benim medeniyetimin eserlerini inceleyip yükseliyorlar. Bense medeniyetimle bağı koparılmış; kendi kütüphanesindeki eserleri okuyamayan bir yabancı!
Harf devriminden yüz yıl sonra “Bu mu istenmişti” diyorum. Bin yıllık medeniyetinin eserlerini okuyamayan ben! “yüzyıllık tarih-sanat-bilim sana yeter” denmesini kabullenemiyorum. Çünkü; bizim medeniyetimizin bütün eserleri Farsça ve Arapça harflerle yazılmıştır. Türkçesini Kuran harfleriyle yazan bu millet bir gecede kendi kültürüne, binlerce yıllık geçmişine tamamen yabancı Latin harflerine geçerek kendine, atasına, özüne yabancı hale gelmiştir. Bugün bir İngiliz Shakespeare’i gayet rahat okuyup anlayabilir ya da bir Fransız genci Volter’i , Russo’yu okuyarak kendi ufkuyla, onların ufkunu birleştirebilir. Ya da bir Alman; Kant’ın , Hegel’in dilini, rahatça çözerek yabancılaşma, kimliksizleşme hastalığına tutulmadan geleceği için sağlam projeler üretebilir.
Sezar, Büyük Britanya’yı işgal ettiği zaman ilk işi yerli halkın dili olan Keltçeyi yasaklayıp, Latinceyi dayatmak olur. Bu geleneği İngilizler tüm Afrika ülkelerinde ve Hindistan, Pakistan, Mısır gibi ülkelerde uyguladılar ve sözüm ona ilerleme olacak diye hepsini sömürgeleştirip, yozlaştırdılar. Bu ülkeler halen yoksuldur.
Konfüçyüs der ki; ”Dil bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa ahlak ve aile bozulur, ahlak bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk bozulursa devletler çöker.”
Gençler ! Evet biraz sendeledik, durakladık, iç sızısıyla yandık. Ama şimdi yükseliş zamanı. Yüzümüzü tekrar medeniyetimize dönüp, tarihimizle barışmış olarak kütüphanelerimize girelim. Girelim ki, binlerce yıllık medeniyet bizi yüceltsin.
Yorumlar
Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.