NASIL SEKÜLERLEŞTİK ? DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
09 Mart 2022
Geçtiğimiz hafta sonu Konya Yazarlar Birliğinin düzenlediği Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın Bey’in konuşmacı olarak katıldığı; “Nasıl Sekülerleştik? Dünya Nereye Gidiyor” başlıklı program tek kelime ile muhteşemdi. Emeği geçenlerin her birine gönülden kalb-i şükranlarımı sunarım. Prof Dr. Mehmet Zeki Aydın Bey konuşmasında başında sekülerleşmenin kronolojisini vererek başladı. Sekülerleşmenin Kronolojisini; Rönesans, Reform, Fransız İhtilali, Laiklik / Cuhhuriyet, Pozitivizm, Darwinizm, Freud, Liberalizm,Pragmatizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Varoluşçuluk, Humanizim ve Sekülarizm olarak belirtti ve ayrıntılı olarak açıkladı. Konuşmasının devamında yaşananları ve muhtemelen yaşanacakları aktardı. Çok özel ve güzel Konferansı ayrıntıları ile birlikte siz değerli okuyucularıma aktarmak istiyorum.
RÖNESANS
“Rönesans, kelime olarak ‘yeniden doğuş’ anlamına gelmekle birlikte, zamanla ve günümüzde belli bir alanda değil birçok alanlarda gerçekleşen, yenilenerek meydana gelen doğuşu veya oluşumu ifade etmektedir. Bilim ve sanatı dinden ayırmak, Aklın hakimiyetini öncelemek. Gerçekten Rönesans kelimesi belli bir tarihte ve belli alanda farklı düşünme ve davranışı anlatırken, XVIII ve XIX. yüzyıllarda daha kapsamlı tanımlamalara konu olmuştur. Rönesans önceleri Ortaçağ Hristiyan dünya görüşü ve özellikle Skolastik düşüncenin muhteva, yöntem ve niteliğine temelde karşıt bir düşünce, sanat ve yöntem biçimini ifade ederken sonradan bu tutumun kabul edilmeyerek yeniden tanımlanmasının yapıldığını belirtmiştir.
Rönesans, ortaya çıkması ve etki meydana getirmesi bakımından yaklaşık XIV. yüzyıldan başlayıp XVII. yüzyılın başına kadar devam eden bir süreyi kapsamaktadır. Önceleri sanat ve edebiyat alanında başladığı kabul edilen Rönesans, bu alana ait yeni bir hareket veya akım gibi değerlendirilmişse de sonraki yüzyıllarda özellikle uygarlık (civilisation) teriminin bilimsel ve disiplin kimliği kazanmasına eş olarak bir düşünce, kültür ve uygarlık sistemi muhtevası kazanmıştır. Bu bağlamda Rönesans'ın kaynakları ve bunlara dayalı olarak oluşturulan uygarlık sistemi, aynı zamanda dünya görüşü niteliğinde algılanmıştır.
REFORM
Reform, 15. ve 17. yüzyıl boyunca Avrupa'yı etkileyen Katolik Kilisesi’ne karşı yapılmış dinî bir harekettir.
Allah ile kul arasından din adamları çıksın. Herkes Allah’ın mesajlarını kendisi yorumlayabilir. Protestanlık = Evanjelist = İncilci.
Katolik Kilisesinin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyasal etkinliklerle daha fazla ilgilenmeye başlaması birçok din adamının tepkisini çekmiş ve reform hareketlerine yol açmıştır. Reform hareketleri önce Almanya'da sonrasında ise Fransa, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de etkili olmuştur. Bu reform hareketi Hristiyanlığın yeni ve büyük üç mezhebinden Protestanlığın oluşmasını sağlamıştır.
Reform hareketinin önderi Cermen kökenli teolog ve filozof Martin Luther ’dir. Luther’in kaderi kendinden önce ortaya çıkan ve sapkın olarak ilan edilip yakılan reformcular gibi olmamıştır. Büyük bir başarı yakalamış ve Avrupa tarihinin akışını değiştirmiştir. Bu dönemde Almanya Papalık tarafından sömürülüyordu. Bundan dolayı İtalya’ya büyük bir nefret duyuluyordu. Martin Luther de bu durumdan fazlasıyla yararlanmıştır. Martin Luther Roma’ya yaptığı bir ziyaret sırasında Papa’nın Hristiyanları kandırdığını, haksız olarak zevk ve lüks içinde bir hayat yaşadığını fark etti. Luther bu durumu gördükten sonra Hristiyanlığın amacına dönmesi gerektiğini söylemiş ve Roma Kilisesi’ne (Katolikliğe) karşı oluşacak büyük bir hareketin temellerini atmıştır. Böylece Luther on yıl içinde kendisini ilk “Protestan” isyanının başında bulmuştur.
LÂİKLİK
Devlet yönetiminde din adamlarını (ruhban) saf dışı bırakıp, ruhbanların dışındaki insanların sözünün geçmesi. Devlet yönetiminde dinî kuralların geçerli olmaması görüşü. Lâik kelimesi, Fransızca “laic”, “laique” kelimesinden gelmektedir. Kelimenin Latince aslı ise “laicus” olup lügat anlamıyla ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan şey, fikir, kurum demektir. Genel ve ortak anlamıyla lâiklik, dinî ve dünyevî otoritelerin yekdiğerinden ayrılmasını, din işlerinin ferdî, hususî sayılarak ferdin vicdanına terk edilmesini ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak din hürriyetini sağlaması diye anlaşılmaktadır. Lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Daha açık ve doğru deyimle lâiklik, dinî ve dünyevî otoritelerin birbirinden ayrılması, devletin siyasî, hukukî ve sosyal düzeninin sağlanmasında dinî inanç yerine aklın hâkimiyetine yer verilmesidir.
Lâik devlette devletin dini olamaz; hukuk devleti fikri ile mevcut dinlerden birinin üstün tutulması fikrini bağdaştırmak mümkün değildir. Devlet dini; ayrı, farklı dinlere mensup olanlarla inanmayan vatandaşların kanun önünde eşitliğine aykırı düşer. Lâik devlete din hürriyetinin tabiî sonucu olarak bütün dinler kamu düzenine aykırı düşmedikçe tanınır. Lâik devlet münhasıran vatandaşlarının dünyevî ihtiyaçları ile ilgilenir ve bunları karşılamaya çalışır. Dinî makamlar, devletten tamamen ayrılmışlardır, din işlerinin düzenlenmesi özel kurumlara, cemaatlere terk edilmiştir. Ancak, tarihî ve sosyal zorunluluklar bazı memleketlerde dinî makamların pek yakından murakabe edildiğini ve dinin bir kamu hizmeti olarak teşkilatlandırıldığını göstermektedir. Din bir kamu hizmeti olmaktan çıkınca dinî işler ve faaliyetler için devlet bütçesinden ödenek ayrılmaması gerekir. Ancak bu prensip kesin olarak her memlekette uygulanmaz. HRİSTİYANLARA GÖRE İNSANLAR: 1. DİN ADAMI (Ruhban) 2. LAİK olarak sınıflandırılmıştır.
POZİTİVİZM
Olgularla desteklenen ya da somut verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüdür. Elle tutulan, gözle görülen dışında gerçeklik yoktur. Genel çizgileriyle pozitivizm, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular. Bunun dışında, olguların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi türlerinin varlığını kabul eder, ama bunların içeriksiz olduğunu ileri sürerler. Pozitivistlerin, en temel özelliği ise geleneksel felsefe görüşlerini, olumsuz bir anlam yüküyle “metafizik” olarak niteleyerek karşı çıkmasıdır. Comte’dan bu yana “metafizik” nitelemesi insanlığın geride bıraktığı bir aşamayla ilgili, gerçekliğini yitirmiş, yerini pozitif bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırır.
Comte’a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir. İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi güçlere göre yapıldığı dinî bir aşamadır. İzleyen metafizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır. Üçüncü aşamada ise insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi, açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır. Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliği geçiş aşamalarına benzetir. Comte’a göre bilim olgulara dayanmalıdır. İnsan kafasının soyutlanmalarından doğmuş olan metafizik, deney ve bundan ötürü de bilgi alanımızın dışındadır, nesnelerin kendilikleri de bilinemez.
FREUD VE PSİKANALİZM
Freud: İnsan kötü yaratılmıştır; insanın yaptıklarının altında cinsellik ya da hâkimiyet arzusu vardır. Freudizm, Sigmund Freud (ö. 1939) tarafından ileri sürülen, cinsel içgüdü enerjisinin insanın maddi ve manevi bütün değerlerine hakim unsur olduğu iddiasıdır. Freud'a göre en kuvvetli tabii arzular cinsi istekler (libido) olduğu için, insana ait din, ahlak, sanat gibi bütün manevi değerler ile para gibi maddi kıymetlerin kaynağı da cinsel içgüdüdür. Karl Mars ve Darwin gibi materyalistlerden sonra bu felsefe içinde yaşayan Freud başka bir materyalist akım oluşturdu. Nefsani arzulara karşı sansür dediği dinî, sosyal ve ahlaki engelleri kaldırarak, insanları şehevi duygularına esir etmek istedi. Determinizm ilkesi yolunda ilerler, yani bir şeyin sebebi mutlaka başka bir sebebe bağlıdır.
DARWİNİZM VE EVRİMCİLİK
Charles Robert Darwin: (ö.1882) İngiliz doğa bilimcidir. İnsan dahil tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürmüş ve kendince bu teoriyi destekleyen kanıtlar sunmuştur. Darwin' in fikirleri üzerine inşa edilen modern evrim teorisi bugün biyoloji biliminin temeli ve birleştirici öğesi konumundadır. Darwin'in doğa tarihine duyduğu ilgi, önce Edinburgh Üniversitesi'nde tıp, sonra Cambridge Üniversitesi'nde teoloji okurken gelişti. Beagle gemisinde yaptığı beş senelik yolculuğu sırasında, zamanın meşhur jeologu 1859'da yayımladığı Türlerin Kökeni Üzerine adlı kitabı, canlıların ortak atalardan evrilerek çeşitlendiği fikrinin geniş kabul görmesini sağladı. Daha sonra yayınladığı İnsanın Türeyişi ve Cinsiyete Mahsus Seçilim kitabında insan evrimini ve cinsel seçilim fikrini inceledi. İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi adlı kitabında ise insanların ve hayvanların duygularını ifade ediş şekilleri arasındaki benzerlikleri ortaya koydu. Darwin bugün, İngiliz tarihinin pek çok önemli ismiyle beraber Westminster Abbey'de gömülüdür.
SOSYALİZM
Sosyalizm: Önce toplum önemlidir. Anca beraber kanca beraber; nimetleri de sıkıntıları da paylaşalım, hep beraber yaşayalım anlayışı hakimdir. Aydınlanmanın, Fransız Devriminin liberal ve eşitlikçi ideallerinin ve endüstrileşme sürecinin ürünü olup, sömüren sınıf ya da sınıfları tasfiye ederek, insanın insan tarafından istismar edilmesinin önüne ‘geçmeyi, toplumda bireyler arasında karşılıklı bir işbirliği ve yardımlaşma yaratmayı amaçlayan ve üretim araçlarının ortak mülkiyetiyle belirlenen toplumsal sistem. Kısacası iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan düşünce sistemidir. Sosyalizmin aşırı uygulamasıyla devletçiliğe dönmesi kominizm olmuştur.
FAŞİZM
Faşizmin sözcük kökeni, Antik Roma yöneticilerinin geniş hükûmet yetkisini simgeleyen ve ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince ‘fasces’ sözcüğünden gelmektedir. Aynı simge daha sonraları Fransız Devrimi sırasında ‘Aydınlanma’ anlamında, halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere de kullanılmıştır.
ÖNCE DEVLET, MİLLET, VATAN
Faşizmin Temel Nitelikleri; Toplumsal hayatın bütünü, devletin iktidarı elinde tutanın dünya görüşüne göre, yani lider ilkesine göre örgütlenir ve belirlenir. Basın ve yayın kuruluşları mevcut ideoloji paralelinde yayın yapmaya zorlanarak, egemen görüşe zıt düşünceler ve eleştirel seslerin çıkması çeşitli baskı unsurlarıyla önlenir. Aykırı yayın yapanlar sansürlenir, kapatılır veya başka türlü yollarla engellenmeye çalışılır. Böylece egemen düşüncenin karşısına farklı düşüncelerin çıkmasının önüne geçilmiş olunur ve tek tip düşünce, toplumda baskın hâle getirilir. Etnisiteyi ve ırkı temel alan bir milliyetçilik ve vatanseverlik övgüsü yaygındır, vatanı-milleti-devleti uğruna ölümü göze almak yüceltilir, belli kişiler bu özellikleriyle kahramanlaştırılır. Toplumun üyesi kabul edildiği ırk ya da milletin diğer ırk ve milletlere üstünlüğü savları öne sürülür ve kanıt gösterilir, bu bağlamda tarihe ve tarih yazıcılığına büyük önem verilir. Komünizme, liberalizme, demokrasiye, hatta bazen kapitalizme bile kesin bir karşı çıkış söz konusudur. Toplum sorunlarının çözümünde akıl ve bilim yerine, duyguya, nefrete, söylencelere (mitlere) dayanma eğilimi gösterir ve akıldışıcı (irrationalist) bir felsefe anlayışından beslenilir.
DÜNYA SAVAŞLARI
Birinci Dünya Savaşı: 1914-1918 arasında olan savaşta 10 milyondan fazla asker ve 10 milyondan fazla sivil öldü, 20 milyondan fazla insan yaralandı. İkinci Dünya Savaşı: İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinde büyük felaketlere yol açmış büyük bir savaştır. 1939 - 1945 tarihleri arasında gerçekleşen ve 65 milyonun üzerinde insanın ölümü ile sonuçlanan savaş, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Savaşlardan sonra salgın hastalıklar başlamıştır.
VAROLUŞÇULUK (Egzistansiyalizm)
Bireyin varlığı özünden önce gelir. Kimse kimseye karışmasın, herkes kendi yolunu kendi çizsin. Doğruya yanlışa herkes kendi karar verip, sorumluluğu da kendisi alsın. Kendisi dışında ona bir şeyi empoze edebilecek kimse yoktur. Her şeyden önce, varoluş üzerine vurgu yapmak eğilimiyle nitelenir. Varoluşçuluk özlere, olabilirlere, soyut kavramlara ilgi duymaz. Matematik düşüncesinin karşıtıdır; ilgisi varolana yani varolanın varoluşuna dönüktür. Varoluşçuluk asıl gerçeğe dönmektir. Varoluşta soyutun somut olarak gösterilmesi esastır. Bu yüzden varoluşçu düşünce roman ve piyeslerde daha iyi anlatılır. Varoluşçu, düşüncesini, onun varolduğunu toplayabilmek için ne olduğunu bir yana iterek varolanın salt varoluşu ile uğraşmaz; onun konusu varoluş ile varolanın çözülmez birliğidir.
PRAGMATİZM (Faydacılık)
Bir şeyin iyi doğru güzel olduğunu anlamak için sonucuna ve faydasına bakarız. Sonuç çoğunluğa fayda getiriyorsa o şey iyidir, doğrudur, güzeldir. Artısı eksisinden fazla olan iyidir. Felsefede Faydacılık, (Pragmatizm) hem iyinin teorisi hem de doğrunun teorisidir. İyinin teorisi olarak faydacılık refahcıdır (welfarist). İyi en fazla faydayı sağlayandır ve burada fayda zevk, tatmin veya bir nesnel değerler listesine göre tanımlanır. Bir doğru teorisi olarak ise faydacılık neticecidir (consequentialist). Doğru hareket bir şeyin uygulanabildiği ölçüde gerçek olduğu iddiasına dayandırılmıştır.Eğer bir bilgi günlük hayatta işe yarıyorsa o bilgi doğrudur. Yaramıyorsa yanlıştır. Ampirizm ile yakın alakası olan bu felsefi akımı, teorik düşüncenin tam tersi olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Faydacılık ilk olarak 18. yüzyıl İngiltere'sinde Jeremy Bentham ve diğerleri tarafından öne sürülmüştür. Fakat Epikür gibi antik Yunan filozoflarına kadar geri gidilebilir. İlk kez ortaya atıldığında iyi en fazla insana en fazla mutluluğu getiren şey olarak tanımlanmıştı. Ancak daha sonra Bentham iki farklı ve birbiri ile çelişme potansiyeli olan kavram içerdiğinden birinci kısmı atıp sadece ‘en büyük mutluluk ilkesi’ demiştir. Hem Bentham'ın hem de Epikür'ün formulasyonu hedonistik nedenselliğin farklı tipleri olarak düşünülebilir çünkü hareketlerin doğruluğunu sebep oldukları mutluluğa göre ölçüyorlardı ve mutluluğu zevkle tanımlıyorlardı. Ancak Bentham'ın formulasyonu ferdi olmayan bir hedonizmdi. Epikür'ün kişiyi en mutlu eden şeyi yapmasını tavsiye etmesine karşılık Bentham herkesi en mutlu yapacak şeyi yapmayı uygun görüyordu.
LİBERALİZM
Liberalizm: Her şeyden önce bireyin özgürlüğü ve bireyin öncelikleri önemlidir. Liberal felsefe, siyasetin yapımını dinlerden ve ideolojilerden arındırmak sureti ile düzenleme yetkisini kendi tekeli altına almaktadır. Oysa birçok eleştirmenin de açıkça ifade ettiği üzere liberalizm çağımızın ‘siyaset ve felsefe dini’ konumuna çıkmış ‘’bütün ideolojilere savaş açan bir ideoloji’ ye dönüşmüş; kendisi dışındaki her düşünce ve ideolojiyi özgürlük düşmanı, müdahaleci, sosyalizme yatkın, totalitarizm diye suçlayarak kendini dogmatikleştirmiştir.
Liberalizmin azınlıklardan anladığı salt dinî, mezhebî ve etnik sayıca az topluluklar değildir. Din ve mezhep müntesiplerini ‘eşit yurttaşlar’ haline getirmek sureti ile aslında çoğunluğu ve azınlığı da amorflaştırmakta (şekilsiz, biçimsiz), herkesi kendi olmaktan çıkarmakta, eritici kazan içine atarak tektipleştirmektedir. Burada belirleyici faktör ekonomi, büyüme ideolojisi ve buna göre şekillenen sosyo-kültürel politikalardır. Liberalizmin girdiği dünyada, değil ‘çoğulculuk’ asgari seviyede ‘çeşitlilik’ dahi olmaz. Bütün dünyanın tek giyim kuşama, tek mutfağa, tek mekân kullanımına, tek tip kentlere, tek tip eğlence ve piyasa kültürüne doğru zorlanması bunun somut göstergeleridir.
KAPİTALİZM
Darvinizmin hayat biçimi olarak yorumlanması. Liberalizmin ekonomiye uyarlanmasıdır. Serbest ekonomi; insanlar istediğini yapsınlar. Büyük balık küçük balığı yutar. Sen de yutulmak istemiyorsan başkasını yutabilirsin. Güçlü olan ayakta kalır, küçük olan ezilir. Ama bunun sonunda düzen kurulur.Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bu araçların onlara sahip olmayan emekçiler tarafından işletilmesine dayanan bir insan toplumunun hukuksal statüsü; özel girişim ve piyasa serbestliğine dayanan üretim sistemi, esas olarak büyük çapta gelişmiş teknik sermayeye ve mali sermayenin egemenliğine dayanan iktisadi sistem.
KAPİTALİZMİN DOĞUŞU:
500 yıl kadar önce Batı Avrupa'da ortaya çıktı. Kesin bir doğum tarihi koymak mümkün değil. Sanayi devrimi ile doğmuştur diyebiliriz. Çürüyen Avrupa feodalizminin içinde toprak sahibi sınıfın egemen olduğu bir toplumda değişim için bastıran güçlerin ittirmesiyle ekonomik bir sistem olarak büyüdü.Yeni kapitalist toplumun farkını sadece ticaret, olarak görmek doğru değildir. Çünkü ticaret hep vardı. Kapitalizmin gelişimi için bir şey daha zorunluydu. Kâr ve piyasa ilişkileri toplumsal hayatın merkezine yerleşti ve üretim sürecinin kendisi rekabete dayalı sermaye yatırımları ve emeğin kâr amacıyla istihdamı etrafında belirlenir hale geldi. Kapital (sermaye) sözcüğünün tanımladığı şey kapitalizmin merkezi olan yanıdır.1500 yıllarında dünyanın birçok yerinde böylesi bir sistemin bazı unsurlarının hayata geçmeye çalıştığını görüyoruz. Ancak ilk çıkışı Batı Avrupa'da gerçekleşti. Bunun bir nedeni bu bölgenin dünyanın daha geri kalmış ve Büyük Ortadoğu , Hindistan ve Çin İmparatorluklarına göre daha az denetim ve kontrol altında olmasıydı.
MODERNİZM:
DOĞRU TEKTİR O DA BATI’NIN GELDİĞİ GÖRÜŞLERDİR.
Modernizm, Avrupa’da 17. Yüzyılla birlikte görülmeye başlayan toplumsal, siyasal ve kültürel değişim dönemini ifade eder. Bu dönem aklı temel alması ve tüm toplumsal ilişki ve kurumları akılcı esaslar üzerine oturtmayı hedeflemesi nedeniyle ‘akıl çağı’ olarak da anılır.
İnsan aklı, modernizmle birlikte, dünyayı anlamak, yorumlamak ve dönüştürmek için tek referans kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Böylece ortaçağda din ve gelenekten beklenen dünyayı anlamak, yorumlamak ve değiştirmek görevi modernizmle birlikte insan aklına verilmiştir. Bu döneme hâkim olan düşünce, ‘insanın, aklı ve bilimin ışığı sayesinde bütün toplumsal sorunları çözebileceği ve yine bu sayede insanlığın daima ilerleyeceği’ dir. Gerçeğin ‘tek’ olduğunu ve buna akıl yoluyla ulaşılabileceğimizi belirten Modernizm, buradan hareketle ideal bir toplum toplum modeli ortaya koymuştur. Laikleşme, akılcılık, kentleşme, sanayileşme ve ulus devlet gibi süreç ve kavramlar hep bu dönemin ve idealleştirmenin ürünleridir.
Modernist anlayışa göre bu süreçler, Avrupa dışı toplumlarda da yaşanacak ve onlarda aklın egemen olduğu evrensel bir hukuk ve devlet modeli içerisinde yaşayacaktır. Ancak modernizmin idealize ettikleri ve pratikte yaşananlar aynı olmamış, modernist dünya görüşü yeni soru ve sorunlar gündeme getirmekte gecikmemiştir. En başta’insan aklının her şeyi çözebileceği ve insanlığın akıl sayesinde sürekli ileri gideceği’ düşüncesi sorgulanmaya başlamıştır.
Özellikle 20. Yüzyılda yaşanan Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, atom bombası, nükleer silahlar ve dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan terörizm ile açlık ve sefalet gibi gelişmeler, insan aklının birer sonucu olarak görülmüş; modernizmin iyimserliğine ve insan aklına olan inanca gölge düşürmüştür. Ayrıca Avrupa dışı toplumlardan beklenen ‘modernleşme’ gerçekleşmemiş, ‘insan aklı ve bilim’ buralarda egemenliğini ilan edememiştir.
POSTMODERNİZM: DOĞRU TEK DEĞİLDİR, ÇOĞULCULUK
Bu gelişmeler karşısında, modernizm anlayışının başarısızlığını ilan eden bir takım düşünürler, modern dönemin sona erdiğini ve yeni bir dönemin başladığını iddia etmişlerdir. Bu dönemin adı ‘Postmodern Dönem’ bir diğer ifadeyle Postmodernizm’dir. Post ön eki, kelimeye sonrası anlamı katar. Daha açık bir ifadeyle tamladığı kelimenin bilinen ve alışık olunan anlamının değiştiğini ve anlatılmak istenen durumun, bugüne kadar olandan farklı olduğunu ifade eder. Dolayısıyla postmodern yani modern sonrası tabiriyle anlatılmak istenen, modernizmin sona erdiği, modernizmin temel varsayımlarının artık geçersiz olduğu ve yeni bir döneme girildiğidir. Postmodern düşünürler, modernizmin en temel varsayımına yani ‘gerçeğin tek olduğu ve buna akıl yoluyla ulaşılabileceği’ düşüncesine karşı çıkarlar. Bu düşünürlere göre, evrensel bir insan aklına yani evrensel gerçek ve doğrulara olan inanç, sanıldığı gibi insanlığı refaha kavuşturmamış bunun yerine birçok sorunu beraberinde getirmiştir.
Çünkü gerçek tek değildir. Postmodernizme göre evrende birçok gerçek vardır, her insanın, her toplumun farklı gerçekleri vardır. Bu gerçeklerin hiçbiri esas, ana, temel gerçekler değildir. Özetle mutlak gerçek diye bir şey yoktur. Postmodernizm, tüm bilgilerin eşdeğer olduğunu yani aynı derecede gerçek ve doğru sayılması gerektiğini savunur. Postmodern düşüncede amaç bir soru, sorun karşısında kesin ve mutlak bir cevaba ulaşmak değil, aynı soruya farklı cevaplar verebilmektir, çünkü doğru olan budur. Farklılığa, çoğulculuğa ve heterojenliğe vurgu yapılan Postmodern anlayışta evrenselliğe karşı yerellik ön plana çıkarılır. Postmodernizme göre evrensel bir insan ya da toplum modeli olmadığından ideal bir hukuk ya da devlet modeli önermek boşunadır. Bazı düşünürler, postmodernizmin bu varsayımlarının ilk bakışta ‘masum’ ve ‘haklı’ varsayımlar gibi gözükmekle birlikte, özellikle toplumsal ve siyasal anlamda birtakım ‘tehlikeler’ barındırdığını belirtiler. Buna göre Postmodernizm, özellikle yerelliği ve bu bağlamda etnik ve dini kimlikleri ön plana çıkarmak suretiyle, ulus devlet ve vatandaşlık kavramları açısından tehlikeli olabilir. Etnik ve bölgesel ayrılıkları güçlendirerek ulus devletler açısından istikrarsızlık yaratabilir, bir ülkenin vatandaşı olmaktan ziyade bir dine ya da etnik gruba etnik gruba ait olmayı daha önemli hale getirebilir. Ayrıca postmodernizm, modern akla getirdiği eleştiri ve bilimsel doğruları diğer doğrularla (örneğin dini ya da geleneksenel doğrularla) eşdeğer tutma eğilimi nedeniyle, dini güçlendirebilir ve aşırı dinci akımların siyaset sahnesinde görünmesini sağlayabilir. Modernizmin insanlığa yaptığı katkıların ortadan kalkmasına, modern öncesine ait bazı düşünce ve inançların güçlenmesine neden olabilir.
SEKÜLERİZM (Dünyevileşme)
Dinin ve maneviyatın, hayatın tamamından yok edilmesi. Dinin insan hayatından çıkarılmasıdır.Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok akımı ve farklı tür teorileri barındırır. Öyle ki, birçok unsuru içerisinde barındırmasından ve farklı alanlarda ele alınmasından dolayıdır ki yapılan tanımlar da çeşitlilik arz etmektedir. Mesela M. Weber ve E. Durkheim’dan tutun da A. Comte, K. Marx, J. Frazer, B. Wilson, P. Berger ve T. Luckman’a kadar birçok sosyolog, bu kavrama farklı anlamlar yükleyerek kullanmışlardır. Fakat bizim dikkate aldığımız sekülerizm, Avrupa’da sosyologlar tarafından ortaya atılan ve konumuz bağlamında, yani inanç eksenli tanımlanmış olanlarıdır. Sekülerizm sözcüğü Latince’de ‘nesil’, ‘periyod’ (zaman dilimi) anlamına gelen zamanla Hristiyan Latincesinde ‘dünya’ anlamında kullanılmaya başlanan sæculum’dan türemiştir. Türkçeye Fransızca sécularisme sözcüğünden türeyerek geçmiştir. Saeculum ‘nesil’ veya ‘yüzyıl’ anlamlarına gelen ve zaman birimi bildiren bir sözcüktür. Türk Dil Kurumu, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiştir. Ve dünyacılığı şu şekilde tarif etmektedir: ‘Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti.’ Sekülerizm kelimesini ilk defa kullanan George Jacob Holvoake’dir. Ve ‘İnançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir.’ diye tarif etmiştir. Daha sonra sekülerlik; Samuel Johnson tarafından 1755 te ‘dünyaya ait kılmak’ olarak tanımlanmış ve bu mana 18.yy da baskın hâle gelmiştir.
HÜMANİZM (İnsancılık)
Her şey insan için, insana göre, insan tarafından, en son sözü insan kendisi söyler. İnsanın kendisinin üstünde hiçbir varlık yoktur diyerek haşa, âdeta insanın tanrılaştırıldığı görüştür. Hümanizm, insanı yatay ve dikey inşa etmek isteyen, akılcı olduğu kadar mistik bir ruh taşıyan fakat mistikliği insanla başlayıp biten, insanla sınırlı, insan tarafından, insan için ve insana göre bir karakter gösteren bir felsefi sistemdir. İlk dile getirenler, Dante, Erasmus da bu görüşleri açıklamaya çalıştı. Humanismus kelimesini Yeni Çağlarda ilk kullanan Friedrich Immanuel Niethammer (1776-1848) adında bir Alman pedagog olmuştur. Niethammer bu kelimeyle, insanın eğitimindeki iki temel eğilimi belirtmiştir: ‘insanseverlik’ ve ‘insancılık." İnsancıllık değil insancılık.
Bazılarına göre hümanizm, adı konmadan 14 yy. ikinci yarısında İtalya’da ortaya çıkmış edebi ve felsefi bir harekettir. Hümanizm kavramının tabiata, insana, sanata nasıl baktığı yorumu gibi, büyük oranda Çicero’nun yazılarından çıkarılmış olduğunu ifade edenler de olmuştur.
Eski Yunan ve Roma’da sınıfların varlığı, kölelere yapılanlar, kadınların aşağılanmış durumu, Avrupa’da kadınlarda ruh var mı, yok mu tartışmaları, haçlı seferlerinde vuku bulanlar, bugün Bosnalılara yapılanlar ve daha çok sayıda benzeri örnek göz önüne alınırsa, Yunan, Roma ve Batı’nın insanlıkta ve insancılıkta, müspet manada ön saflarda yer alması çok zordur. Öyleyse hümanizm, birilerin eve bir yerlere indirgenecek veya maledilecek bir insan ve insanlık meselesi değil, diğer birçok felsefe gibi bir felsefedir.
Hümanizm, insanı insan yapan değerlere saygıyı öne çıkarmak isteyen bir düşünce akımı; insanın tabiatını, yaratılışını esas alan ‘insan odaklı’ bir ideolojik yaklaşım. Bazılarınca hümanizm, mazide din üzerine, yakın tarihte ise ırk üzerine kurulu olan toplum hayatına yeni bir çehre kazandıracak ve onu ‘insan eksenli’ olarak belirleyecek, kuracak ve işletecektir. En iyimser tariflerinden biri de şöyledir: ‘Hedefin dünyada kurtuluşa ve olgunluğa erişmesi olduğunu ilan eden, insan türünü şekillendiren temel ihtiyaçlara cevap vermeye dayanan, üzerinde birleşilmiş insan tabiatlarının toplamını ifade eden ekole hümanizm diyoruz.
SEKÜLERİZMİN UYGULANMA BİÇİMİ
İlk uygulama biçimi, Fransa’daki laiklik uygulaması olan devlet kurumuyla dinin birbirinden ayrılmasıdır. Bu uygulamada devlet ve devlet kurumlarının işleyişinde din tamamen devre dışı bırakılmış, din bu işlerden bütünüyle çıkartılmış hatta sökülüp atılmıştır.
İkinci tip uygulama biçimi, Kamusal alanın tanrı-din fikrinden arındırılması söz konusudur. Kamusal alan, toplumsal hayattaki politik-ekonomik-kültür-eğitim-eğlence-sanat-meslek vs gibi işleri kapsadığı için, bu kapsamdaki alanlarda din referans olmaktan çıkartılmıştır. Bu bakımdan bu alanlarda ve işlerde dini ölçüler, kurallar geçersiz kılınmış, dinî amaç ve meşruiyet gereksiz sayılmıştır. Dolayısıyla din, kamusal alanın da dışında kalmıştır. Böylece insanlık gündelik hayatında dinî referans almadan iş görmektedir.
Üçüncü biçim ya da son aşama, Farklı ilkeler, değerler, kurallar ve onları vazeden otoriteler arasında, din de tek başına hakikat iddiasında bulunamaz, baskı kuramaz, totaliterlik yapamaz.
Modernizmle birlikte gelişen sekülerliğin ilk iki aşamasında, sanayileşmenin getirdiği yoğun çalışma hayatı ve kent hayatının hızlı, karmaşık yapısı karşısında insanlık çok meşgul bir günlük yaşantı sürmekteydi. Bu nedenle insana ibadethane yerine fabrikayı, büroyu, alışveriş merkezlerini, tatili, eğlenceyi, tüketimi yani hazzı sunan modern hayat, buralardaki zamanları ve işleri de ibadet olarak sundu. Dolayısıyla modernizm kutsal ve doğaüstü olanın yerine doğayı; ahiret yurdu yerine bu dünyayı; dinin yerine bilimi; din adamının yerine bilim adamını; dinî bilgi yerine bilimsel bilgiyi; dindar yerine özgür bireyi; dinî cemaat yerine sivil toplumu vs sunmuştu. Bu sundukları içinde de yeni kutsallar oluşturarak, vahye dayalı bir din yerine, şartlara uygun yeni bir din icat etmişti. Bu dinin adı da sekülerizmdir.
BİREYSELLİKTEN BENCİLLİĞE BENCİLLİKTEN NARSİZME
BİREYSELLİK:
1. Birey olma olgusu.
2. Bir bireyin biricik ve kendine özgü oluşu.
3. Bir insanı başkalarından ayıran, ona kişilik veren şey.
4. Kendini sıradan bir insan olmaktan kurtarmış olma durumu.
BİREYCİLİK: Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kendine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi ya da benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesidir. Bireycilik, her şeyden önce insanlığın toplumsal birliklerden değil, bireylerden oluştuğu düşüncesine dayanır.
BENCİLLİK: Bencillik kendin için başkasına zarar vermektir. Başkasını (karşısındakini) dikkate almadan ya da önemsemeden yalnız kendi istek ve ihtiyaçlarını dikkate alarak hareket etme. Bencil insanlar sürekli olarak yalnız kendi çıkarlarını düşünür, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün ve önemli tutar.
NARSİZM: Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendi bedensel ve zihinsel benliğine karşı duyduğu hayranlık ve bağlılık, kaba tabirle kişinin kendisine âşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Narsist kelimesi, halk arasında kendini beğenmiş kişilere kullanılan terim olarak da bilinmektedir. Narsizm, kibirli olmanın, büyüklenmenin zirve yapmış hâlidir.
HEDONİZM-HAZCILIK
ZEVKİNİ YAŞAMAK- KEYFİNE BAKMAK
Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş. Bu felsefeye göre hayatın anlamı haz peşinde koşmak olarak belirlenmiştir. Hedonizm felsefesine göre insanların bu dünyadaki amacı acıdan kaçarak haz peşinde koşmaktır. Felsefeye göre insana haz veren duygular iyidir. Hayat kısadır, keyfine bak, hayatın zevkini çıkar. Hedonizm-Hazcılık anlayışına göre hayatın anlamı: Para, Makam, Şöhret, Cinsellik, Yeme ve İçme olarak görülmektedir. Peki, Bundan sonra ne olacak? GELECEK İSLAM’INDIR” diyerek konferans tamamlandı.
Konferan sunumundan Sekülerleşmenin Kronolojisini; Rönesans, Reform, Fransız İhtilali, Laiklik / Cuhhuriyet, Pozitivizm, Darwinizm, Freud, Liberalizm,Pragmatizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Varoluşçuluk, Humanizim, Sekülarizm, Nihilizm ve benzeri insan aklının ürünü anlayışların insanları tatmin etmeyip hep yeni arayışlara sevk ettiğini çok somut olarak anlamaktayız. Gerçekten de gelecek İslam’ındır. İslam’a göre akıl önemlidir. Aklı olmayanın dini yoktur. İnsanın Sorumlu tutulmasının temel şartı akıllı olmak ve ergenlik çağına ulaşmak olarak belirtilmiştir. Sadece aklın kullanılması ile insanlığın huzura, mutluluğa kavuşturulması mümkün olmadığı çok net olarak anlaşılmaktadır.
İnsanlığın gerçek anlamda hakikate ulaşması İslam’ın ana kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet / hadislere sarılarak yani vahye tabi olarak aklını kullanması ile kurtuluşa erebilecektir. İslam’a uygun yaşamayanların huzura kavuşmaları mümkün değildir. Haramlarda mutluluk arayanlara mutluluk haram olur. Geçmişten günümüze yaşananlarda bu gerçeği çok net görmekteyiz. İslam’dan uzak yaşamanın dünyadaki olumsuzluklarını çok net biliyoruz. Gücü elinde bulunduranların zalimleştiğini istediklerini öldürme özelliğine sahip olduklarını, uygulamaları ile görmekteyiz. Halbuki İslam; herkes için adaleti emretmektedir. Yaratıcımız Allah (c.c.)’ın insanlar için seçip beğenip en son gönderdiği din İslamdır. İnsanlık içinde bulunduğu çıkmaz sokaklardan kurtulmak için fıtrata en uygun olan İslam’a dönmek zorundadır. İmtihan dünyasında bu hakikati kavrayamayanların mutsuzluğu ahirette de devam edecek cehennemde ebedi bir azaba uğrayacaklardır. Her insan kendi tercihlerinin sonucunu ceza veya mükafat olarak ahiret yurdun da mutlaka görecektir. İnşAllah insanlık eninde sonunda mutlaka ama mutlaka İslam’a dönecek dünya-ahiret yurdunda huzur ve mutluluğa kavuşacaktır. İmtihan edilmek üzere gönderildiğimiz dünya hayatımızı İslam’a uygun yaşayan gerçek Mü’minlerden olmamız duâsıyla sıhhat ve âfiyetler dilerim.
Yorumlar
Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.