Bir gece ansızın…21 yıl önce bugün sadece 45 saniyede evleri kendilerine mezar olan 25.000 insan… 5000 kaybolan, bir o kadar yaralı ya da sakat kalan insanlar… Merkez üssü Gölcük – Değirmendere ama etki alanı Halı dere - Sakarya - Marmara Avcılar…
O geceyi TÜPRAŞ’ın tam karşısındaki evinde yaşayan yakınlarımdan birinin sözlerinden şunu anlıyorum ki; insan zorluklar karşısında olağanüstü güç sergileyebilen bir kudretle donatılmış.Gece yedi katlı evleri korkunç bir sesle sallanmaya, adeta iki tarafa yatıp - kalkmaya başlayınca ölümü beklemek yerine saniyelik bir kararla yedi katı inmeye başlayıp - dışarı çıkıyorlar. Görüntü korkunç; evler yerinde değil çünkü denize 30 km. giren bir haldeler. Denizin üstünde eşyalar; birbirine girmiş yüzen halılar, koltuklar, sandalyeler.
Evler adeta bir yapboz gibi saniyeler içinde kat kat yığılıp moloz oluyor, yerin dibine giriyor. Bir buçuk milyon insan evsiz ve işsiz kaldı.O gecenin tanıklarının pek çoğunun ifadesinde ‘’yıldızlar yere o kadar yaklaşmıştı ki; ellerimizin ucunda ve parlaktı’’ diye geçecek. Balıkçılar, su çok sıcaktı ve denizin ortasında ateş topu gördük diyecekler.
Gece 3… saniyeler içinde yerle bir olan şehirler, yerleşim yerleri…Hükümet Ana-sol… Mesut Yılmaz- Bülent Ecevit… Devletin depremin merkez üstlerine gelmesi üç gün sonra… O da sadece ziyaret… halk kendi kendini kurtarma çabasında devleşiyor. 99 DEPREMİ bir halkın kenetlenmesinin sembolü. Yüzyılın faciasını yaşayan milletin birbirine sarılışı. Halıdere imamı: ‘’Halk kulağa küpeli, top sakallı, uzun saçlı insanları pek sıcak bakmazdı. Ama biz deprem de gördük ki; bize yardıma koşan kulağı küpeli, top sakallı o gençler bizim bile kaçtığımız yıkıntılara girip, canlarını hiçe sayarak insan kurtarma sevdasıyla koşturdular. Türkiye’nin dört bir tarafından yola çıkan, sivil toplum kuruluşları, gönüllüler bir ordu gibi yetiştiler. Kendiliğinden yola çıkan 15 kişi yolda katılımlarla önce 50 - 60 sonra 100 kişi oluyorlardı…
Gelen yardımlar tasnif ediliyor, kumanya, ekmek, çadır dağıtılıp, tuvaletler kuruluyordu. Yardımların sağlık ile ilgili olanlarını doktorlar, yapıyla alakalı olanlarına mühendisler, kim neye gücü yeterse bir ucundan tutarak tasnif ediyordu. Gönüllülerin anılarında Değirmendere ceset kokusu ile kalacaktı.Gönüllülerin bir kısmı sadece mezar kazmaya yetişemiyorlar, elleri kan içinde kalıyordu. Böyle bir acı yok… Bacağının ve kolunun üstüne düşen molozlarla üç gün enkazda kalan kadın kurtarılırken bacağı çıkmayınca ‘’Çekin kopsun bacağım, yeter ki çıkayım’’ diyecekti. Ve o bir kişi değildi… İdrarını altındaki yatağın süngerine yapıp -içerek hayatta kalan adam 86 saat sonra çıktığında ölümle hayat birbirine karışmıştı.
Sadece iyiler değil, her zaman ve her yerde bulunabilen fırsatçılar, kan emiciler kötüler de görevlerini yaptı. Acıların merkezlerine yağmaya - çalmayı ve karaborsacılığa gittiler… Ama iyilerin yanında esameleri bile okunmadı… Olağanüstü olaylar da vardı. Belki yüzlerce insan aktardı gördüklerini. Gece dışarı baktığında; Eyüp Sultan‘daki şehitlerin duaya, durduklarını; Avcılardaki bazı evlerin dışını beyaz elbiseler ile tutan yiğitlerin halleri bunlar arasında idi. Binlerce insanın destansı, acı dolu hikâyeleri kaldı kulaklarımızda. Ve bir cümle ‘’SESİMİ DUYAN VAR MI KİMSE VAR MI?’’
Kimse vardı. Hükümet olmasa da millet bu sese koştu. Toplanan yardımları hükümet ödeyemediği memur maaşlarına yatırdı. Ve çadırlarda üç yıl süren hayatın kalıcı evlere kavuşması ancak 2002’de oldu. Şehirler tekrar kuruldu; ama kaybolan hayatlar, parçalanan aileler yitip giden hayaller geri gelmedi. Depremden sonra; hazırlık çantaları yapıldı, neler yapılır diye seminerler verildi. Depreme hazırlık yoktur. Beş saniyede yıkılan bir evin semineri olmaz.
Depremin önemi; sağlam binalardır. İşini aşkla yapmaktır. Çeliğinden, demirinden, kumundan çimentosundan çalmamaktır. Neden 600 yıl önce yapılmış, binalar sapa sağlamken üstelik daha teknik malzemelerle inşa edilen günümüz binaları kâğıt gibi yerle bir oldu? Bunu çözmektir. Belediyesi ile mütahitiyle, işçisiyle emek verip işini tam yapmaktır.
Felaketten ders almış bir millet olarak; kısa yoldan zengin olalım, nereden kendimize bir fayda sağlarız demek yerine ‘’Nasıl bu millete faydalı oluruz; en iyiyi yapmalıyız’’ görüşünü düstur edinmektir…
‘’SESİMİ DUYAN VAR MI?’’ Bu millete bu sözleri bir daha duyurma ALLAHIM…