Birkaç gündür yürüyüş yaparak, hayatına sporu katma sevdasına düşmüştü. Henüz güneş şefkatli ışınlarını yeryüzüne yeni yeni sunacakken güzel bir parka geliyor ve sabahın mis kokusunu ciğerlerine çekerek adeta yenileniyordu.Şehrin parkları ,insanların beton yığınlarından bir pencere açılımı kurtulması gibi sanki…
Yürüyüşünü yapan, bisikletine binen, spor aletlerini kullanıp kondisyon yapan ,yeşilliğin üstünde keyiflice uzanan, çayını yudumlayan insanların hali bir tabloyu seyrediyormuşçasına gönlünüze iyi gelir.Sabahın ışıklarıyla aydınlanan parkta; akşamdan kalan manzara bazen rahatsız edici olabiliyor. Çekirdek kabukları, yerlere atılmış plastikler, çöp bidonu yerine dışına bırakılmış meyve kabukları yürüyüş yapanları ve görevlileri ilk karşılayan görüntü oluyor.gün de saatini hiç geciktirmeyen temizlik görevlisi parkın akşamdan kalan bu acıklı halini sabaha bırakmamak için hemen işine koyulmuştu.
Sağa- sola atılmış çöpleri toplarken, ayakkabılarıyla oturma banklarının üstüne basıp, güya ayaklarını açan, spor yaptığını zanneden bir kişiyi nazikçe uyardı.Lütfen, banklara ve masalara ayaklarınızla basmayın efendim.Yanlış bir iş yaparken uyarılan kişinin cevabı ne olmalıdır? Tahminen;” ah kusura bakmayın dalmışım ya da düşünemedim” falan diyerek hemen vazgeçmek… Ama ayakkabılarıyla bankın üstünde, masanın tepesinde spor yapan bu insanın cevabı:Siz falanca belediye başkanını tanıyor musunuz, o benim komşum olur.Yürüyüş yaptığı için sadece bir kısmına tanıklık ettiği bu olay acı acı gülümsemesine sebep oldu.
Yaptığı bir yanlıştan dolayı kendisini nazikçe uyaran park görevlisine belediye başkanını hatırlatacak kadar cehaletin içinde olmaktan nasıl kurtuluruz diye düşündü. Trafikte alkollü araç kullandığı için kural ihlali yaparak durdurulan sürücünün;” ben hakimim, siz benim kim olduğumu biliyor musunuz” diye polislere gözdağı vermeye çalışması işte bu cehaletten.Kişiler makamlarıyla korkutmaya, gözdağı vermeye, övünmeye, ya da olmayan işleri halletmeye çalışıyorlarsa; hem cehaletin hem de liyakatsizliğin çukurundalar demektir. En küçük bir yanlışlıkta, boşlukta ,başımız sıkıştığında sürekli” ben kimim” naraları atmak, cümle atlarına” falanca makam sahibi benim tanıdığım ,akrabam, komşum” imaları yerleştirmek bizim ne kadar boş olduğumuzdan başka bir şeyin kanıtı değildir.
Biz gerçekten ilmimizle, karakterimizle, hizmetimizle ,prensiplerimizle doğruluğun ve güzelliğin içini doldurursak zaten üzerimize sinmiş olan liyakat, her bakan gözün sahibinin kalbine ulaşacak ve kendiliğinden gelen bir saygıyı taşıyacaktır .Dostoyevski derki;” şeytan uyuya kaldı bir gün. Rüzgâr sert esti ,üç tüy düştü şeytandan. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, ötekide ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.Makamlar ve sahip olduklarımız ;içimizdeki iyiliği ya da kötülüğü ortaya çıkarır. Biiz nerede olursak olalım; oradan geçtiğimizde öyle güzel izler bırakalım ki;cehaletimiz değil asaletimiz konuşulsun…