Son Dakika Haberler
İskilipli Mehmet Âtıf Hoca’nın 1924 yılının Temmuz ayında yayınlanan ve idamına sebep olan ‘Frenk mukallitliği ve Şapka” adlı 32 sayfalık küçük boy kitabında konuya taklidi tarif ve izah ile başlıyor: “Taklit: Hüsnü zan edip haklı olduğuna itikat etmek sebebiyle bir kimseye itikatta, sözde ve fiilde, görünüş ve gidişinde delilsiz uymak, tabi olmak ve ona benzemek demektir. Şeriat nazarında genellikle taklit caiz değildir. Sırf nazar ve istidlal ile vukuf mümkün olan itikadi usul ve İslami esaslarda mucizelerle teyit edilmiş olan Resûlullah (s.a.s.) den başka hiçbir kimseyi taklit caiz değildir…’ görüşünü İslam Fıkhına göre serdediyor.
Batı taklitçiliğinin sonunun felaket olacağını belirttiği Risalesinde; toplumun içine sürüklendiği uçuruma dikkat çekmiştir. Risalesinin yayınlanmasından yaklaşık olarak 17 on yedi ay sonra yürürlüğe giren Şapka İktizası Hakkında Kanun’a muhalefet suçlamasıyla tutuklanan İskilipli Atıf Hoca, Giresun’daki yargılamasında berat etmiş, Ankara İstiklal mahkemesindeki yargılamasında Hukuk’un en temel ilkesi; kanunlar geriye doğru işletilemez hükmüne aykırı bir şekilde idam edilmiştir. Ayrıca İngilizler ile işbirliği yaptığı suçlamaları da son derece yanlıştır. Teali-i İslam Cemiyeti Başkanı olarak, Kuvayı Milliye ye karşı bildiriye imza atmaları istenmiş ve onca baskılara rağmen on kişiden beşinin kabulüne karşın beşi de red oyu kullanmıştır. Cemiyet başkanı olarak Âtıf Efendi de red oyu kullandığı için hukuken beyanname reddedilmiştir. Teali-i İslam Cemiyeti idare heyetinin kararı böyle olmasına rağmen bu beyanname, cemiyetin mührü olmadan fakat cemiyet adı kullanılarak Eskişehir semalarında Yunan uçaklarıyla dağıtılmıştır. Bu duruma çok üzülen Âtıf Hoca, o dönemde İstanbul’da yayınlanan ve Milli Mücadele’ye destek veren Vakit Gazetesi’ne bir tekzipname (Yalanlama) yazısı göndermiş ve bu beyannamenin cemiyet tarafından kabul edilmediğini açıklamıştır. Bu tekzip yazısı, Vakit Gazetesi’nin 1034 nolu nüshasında yayınlanmıştır. Bu hakikatlere rağmen idam edilmiştir. İstiklal Mahkemeleri hakkında birçok kişinin görüşleri vardır. Kitabın tamamına ekteki linkten ulaşabilirsiniz. Uğur Mumcu (Gazeteci-Yazar): “İstiklal Mahkemeleri, mahkeme sayılmazlar. Bunlar, savaş ve ihtilal dönemlerinde rastlanan antidemokratik infaz kurumlarıdır.” Ayrıntılı bilgi almak isteyenlere ekteki kitap linkini tavsiye ederim.
https://www.corum.bel.tr/public/uploads/2023/05/atif-hoca.pdf
İskilipli Mehmet âtıf Hocanın Eserlerinden Alıntılar: “*Ebedi saadet ve hakiki kemalatı kazanmak için Müslümanlar Batı Medeniyetine değil, Batılılar İslam medeniyetine muhtaçtırlar. *Bu zamanda donanmaya yardım etmek; daima hac, daima cihat, daima sadaka değerindedir. Çünkü bu hususi yardım, sadaka-i cariye ve devam eden hayırdır. *Batı medeniyeti, beşerin saadet ve tekâmülünü tekeffül eden hakiki bir medeniyet değildir. Çünkü Batı medeniyeti, beşeri hayatı ancak dünyanın fani hayatından ibaret saydığı için beşerin yalnız maddiyat ve hayvani yat cihetinin tekâmülüne ehemmiyet atfediyor. *Ey İslamlar, devletimizi yüceltmek ve kalkındırmak, Avrupalıların esaretinden kurtulmak ve tam özgürlüğe ulaşmak istiyorsak deniz kuvvetlerimizi yakın zamanda tekemmül ettirmeğe çalışalım. *Bir kimse donanmaya yardım için on para verip de satın alınan bir zırhlıdan o kimsenin on parası karşılığında bir çivi isabet etse, o zırhlı muharebede kullanılıp o çivi de onda bulundukça gerek hayatında gerekse ölümünde o kimse bizzat muharebe edercesine devamlı olarak ecir ve sevaba ulaşır. *Evlat, ebeveyni nazarında Allah tarafından bir emanettir. İlk yaratılışında kalbi her şeyden temiz ve her şekilden âri ve sade nefis, bir cevherdir ki hayır ve şerden her çeşit şekil ve sureti kabul ve her türlü renk ile renklenmeye istidatlı ve meyillidir. *Ebeveyni, doğduğu zamandan itibaren çocuğun terbiyesine son derece itina ve ihtimam göstermek ve her durumunu murakabede bulundurmak durumundadır. *Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi, ancak örf ve âdete dayalı olan şer’i hükümlerle alakalıdır. Bu da hakkında içtihat yapılabilecek olan Fer’i hükümlerle sınırlıdır. Şu halde mezkûr usul ve ahkâm hakkında içtihat yapıp asrileştirmek, her asrın insanlarının keyif ve zevkine uygun kaide ve maddelere çevirmek mümkün değildir. *Müskirat (sarhoşluk veren içki) dinen haram kılındığı gibi aklen çirkin ve kötü, ilmen de zararlıdır. *İman; Peygamber efendimizin Allah tarafından alıp getirerek haber verdiği şeylerin hak ve doğru olduğuna kalbiyle yakınen inanıp dil ile onu ikrar etmek demektir. *Bu dünyayı, bu âlemi yaratan, yoktan var eden bir zat vardır. İşte O, Allah Teâla Hazretleridir. Binaenaleyh Allah Teâla vardır, varlığı kendiliğindendir. Bütün kemal sıfatlar ile muttasıf ve bütün noksan sıfatlardan da münezzehtir. *Gerek dünya işlerinde gerek ahiret işlerinde vukufsuzluk, tembellik, dikkatsizlik veya başka bir sebeple insan bir zarara maruz kalırsa veya bir menfaatten mahrum olursa takdir-i ilâhiye bahane bulmaya hakkı yoktur. *Meleklerin varlığını inkâr küfür olduğu gibi umumiyetle onlardan biri hakkında tahkir (hakaret) yollu söz söylemek de küfrü muciptir. *Ashab-ı Kiram Efendilerimiz, kendilerinden evvel geçen ümmetlerin hepsinden ve kendilerinden sonra gelen evliya ve ulemanın hepsinden mutlaka üstündürler. *Ashab-ı Kiramın hepsine muhabbet, ihtiram (saygı), tazim, tekrim ve isimleri zikrolunduğu zaman yani “Radıyallahü Anh: Allah ondan razı olsun” demek üzerimize lâzımdır. Onlardan birine buğuz ve düşmanlık haramdır. *Bir millet, ahlâki faziletler ve insani meziyetlerde ne derece yükselir ve ilerlerse o oranda saadet, medeniyet, servet ve bolluğa nâil olur. *Bir milletin düşük ahlâktan kurtulup güzel ahlaka bürünmesi ve aralarında hakiki sevgi ve kardeşlik, tam bir ittihat ve ittifakın oluşması ve bunun semeresi olarak da dünya saadet ve âhiret hedeflerine nail olmaları için ancak her ferdin yekdiğerine karşı yükümlü olduğu, bundan böyle açıklanacak görevlere hakkıyla riayet etmeleriyle mümkün olabilir. *Bir Müslümanın diğer Müslümanlara karşı yükümlü olduğu görevlerden ilki sevgidir. Burada sevgiden kasıt, bir kimse kendi nefsi için sevip arzu ettiği faydalı ve hayırlı şeyleri bütün kardeşleri için de arzu etmek ve kendisi için kötü görüp sevmediği zararlı şeyleri de istememektir. *Bir milletin mutluluğa ulaşabilmesi, aralarında gerçek sevginin oluşmasına bağlıdır. *Gerçek sevgi, hem maddi ve hem de manevi mutluluğun asıl ve esası demektir. *Güzel fiiller, her ne kadar başlangıçta zorlanarak ve istemeyerek yapılırsa da devam edip alıştıkça sonunda kolaylaşır ve tatlı bir hâle gelir. Çünkü alışkanlıkla insan nefsinin bâtıldan hoşlandığı ve ona meylettiği gözlemlenmiştir. Uzun müddet alışkanlığın neticesi olarak doğru olandan zevk alacağı ve ona meyledeceği de öncelikle lâzım gelir. *Kadın, evin idaresinde beyinin ortağı ve yardımcısıdır. Erkek evde yokken mal ve çocuklarının koruyucusu, zor durumlarda öğüt vereni ve danışmanı, kara günlerinde gam ve keder ortağıdır. Bu yüzden Allah’ın emaneti olarak kadınların meşru haklarına hakkıyla riayet etmek şarttır. *İnsan, tabiatı itibariyle medenidir. Yani hiçbir şahıs için yalnız başına yaşamak mümkün değildir. *Medeniyet, fertler arasında muamelelerin ve mübadelelerin cereyanını gerektiren zaruri bir iştir. *Sertlik ve şiddetle muamelelerin ahaliyi hükümetten nefret ettireceğine, memurlar aleyhine buğuz ve düşmanlık meydana getireceğine tarih de şahitlik etmektedir. * Ehil olmayan memurlarla idare edilen hükümette bir yandan insanlara yapılan muamelede haksızlığa uğratılmak, hamiyetsizlik ve kifayetsizliklerinden dolayı verilen görevlerini güzelce yerine getirmeyerek kulların maslahatları sürüncemede bırakılmak, diğer yandan da süfli tabiatlarının sevkiyle insanların mallarına, canlarına, sair hukuklarına tecavüz etmek gibi kötü davranışlar ve mezalim yüzünden ahâlinin hükümet hakkında beslemekte bulundukları iyi duygular yok olup kalpleri kırılır, hükümete karşı soğukluk meydana gelir. *İstişare edilen kişi istişare edilen konuya dair yeterli bilgiye sahip olan kimselerden olmalıdır. *Danışılan kişi güvenilir olmalıdır. *Müşavirler, istişare olunan konuda son derece fikir ve söz hürriyetine sahip olup hiçbir kimseden çekinmemelidir. Hiçbir kuvvetten korkmamalı, hak ve hakikati söylemekten kaçınmamalıdır. Bu konuda gayet metin ve cesur olmalıdır. Danışma, yalnızca görüşe katılmaktan ibaret kalırsa fayda vermek şöyle dursun, istibdadın (baskıcı yönetimin) arkasını kesmeye değil, artarak devamına yol açar. *Ey millet! Aklınızı başınıza alınız da sözü geçen yüksek sıfatlara sahip zatları bularak milletvekili seçiniz. Yoksa bu önemli görevinizi yapmakta kusur ederseniz ülkede meydana gelecek fenalığın sebebinin en önce kendiniz olacağını ve bu konuda hiçbir kimseye bahane bulmaya hakkınız olmayacağını geniş ve derin bir şekilde düşününüz. *İslâm’ın ilk devirlerde gerçek hürriyete ve tam eşitliğe son derece riayet edilmekte idi. Fakat sonraları milletin işleri bir takım zalimlerin eline geçince devlet, temelinden sarsıldı. Asıl özelliği yetirildi. İlâhi kanun nefsani arzuların çukurlarına gömülerek, milletin fıtri haklarından olan hürriyet ellerinden gasp edilerek insanlar esir sayıldı. Zulüm ve hıyanet, keyfi davranışlar hüküm sürmeye başladı. O zamandan itibaren devlet, kuvvet ve şevketini kaybederek şimdi içinde bulunduğumuz seviyeye düştü. *Halife (İslam devlet başkanı) haksız ve İslama aykırı olarak bir kimseyi öldürürse kısas olunur. Haksız olarak bir kimsenin malını alırsa o mal ondan geri alınır. Çünkü bunlar kul haklarından olduğu için bu konuda devlet başkanı diğer insanlarla eşittir. Devlet başkanı; üzerinde bulunan bu gibi hakları yerine getirmekten kaçınırsa hak sahibi İslam askerlerinden ve milletten yardım isteyip onların desteğiyle hakkı olan kısası veya gasp edilmiş mallarını elde eder. *İslâm nazarında herkes kendi sorumluluğu altındaki kimselerin haklarından sorumludur. Herkesin sorumluluğu, o kimselerin miktarına göredir. Bu yüzden çok sayıda insandan sorumlu olan, yetki ve tasarrufu büyük olanların sorumluluğu da büyük ve azabı da şiddetlidir. *Kulun Allah’a karşı görevlerinden biri de ibadetlerdir. İbadetler; abdest, gusül, namaz, zekât, oruç, hac, cihat gibi İslam’ın erkânını Allah’ın emrettiği şekilde yerine getirmekten ibarettir. *Ölmeden önce üzerindeki kul hakkını vermeyenlerin mahşerde etrafını hak sahipleri çevirip haklarını isterler. Zalimler ve üzerinde kul hakkı olanlar, melekler vasıtasıyla büyük mahkemeye getirilip mazlumların hakkı onlardan alınır. Zalimlerin sevabı var ise hakkı miktarı mazluma verilir. Yoksa mazlumun günahından zalime yükletmek suretiyle haklaştırırlar.” “(İSKİLİPLİ M. ATIF HOCA ‘HAYATI DÜŞÜNCELERİ VE İDAMI’ 114-119 Ethem ERKOÇ ’un belgeleriyle hazırlayıp yayınlanan Kitabı Çorum Belediyesi Tarafından basılmıştır.” Zulüm ile abat olanların ahirleri berbat olur. Mahkeme-i Kübra da mazlumlar, zalimlerden haklarını alacaklar ve ilahi adalet tecelli edecektir. Rabbimiz, şehitlerimizin her birine rahmet eylesin. Mekânları cennet olsun.
Yorumlar