"Ölüm ile ayrılığı tartmışlar 50 dirhem ağır gelmiş ayrılık " Tanırsın onu, defalarca görmüşsündür.. Beğenmezsin, sindiremezsin, görmemezlikten gelirsin, hatırlamak istemezsin…Başkalarında geziyorken daha kolay gelir; "vah! Vah!” der, teselli edersin. Sonra bakarsın sıra sende… Senin annen, senin baban, senin eşin, senin arkadaşın, senin yarenin kavuşur ona. Canın yanar, gözyaşım onunla birlikte toprağa karışır. Ekilen bir fide gibi; ilk suyu senin gözlerinden alır. Toprağı yanan kalbin ısıtır. Sevdiğin biri "yok” olunca ; "var” olan her şey aklına üşüşür. Gülüşü, bakışı, yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, kızması, ağlaması, sohbeti, susuşu… Ayaklarının bağı çözülür. Milyon kez "anne” demişken nasıl yok olur? Bizi yoktan var edenin, var iken de yok edeceğine inanırsın. Ölümün bir başka hayata doğmak olduğuna inanmasan; kelimelerin bıraktığı boşlukta kaybolursun… Ne mutlu ki ölümden sonraya imanımız var. Yoksa bu özlem nasıl diner? Anne, baba, evlat, yar, Yaren dediklerimizin hasreti nasıl biter?
Toprak; tohumu ağaç eden, meyve verdiren, hataları örten, güzellikleri büyüten sırdır. Dünya bize ağır geldiğinde, dizlerimizin bağı çözüldüğünde, ayaklarımızı toprağa basar, aslımızdan güç alırız. Tüm olumsuzluklarımız toprağa karışır, ruhumuz dinlenir.
Toprak fısıldar bedenimize: -Sen benimsin, ben seninim… Sevdiklerimiz toprakla buluştukça yaralanır ama” daha bana vakit var” deriz. Biz en çok dünyayı mı severiz ki; ondan ayrılmak, kopmak bize bu kadar zor gelir?
Hayat; dört mevsimi aynı anda yaşatır. Baharlar, yazlar, kışlar birbirinin içinde gelir. Sen hastanede morgunun önünde beklerken koridorun öbür tarafından bir bebek sesi duyulur. Hayata merhaba diyenle, veda eden aynı katta buluşur. Sevdiklerin, eşin, dostun, arkadaşın, ailen…Bir hazan mevsiminde yaprak dökümü gibi teker teker senden gider. Cananlar bitince sıra "can”a gelir. Telaşını gören de can senin zanneder…Beden toprağa, can Allah'a aittir. Tam saatinde ikisi de sahibini bulur. Ne mutlu buluşma saatine hazır olanlara…