Son Dakika Haberler

Tam bir Osmanlı Çarşısı - Başçarşı

Eklenme Tarihi: 06.07.2012 - 18:07

Sarayova denildiğinde akla gelen ilk yerlerden birisi hiç şüphesiz Başçarşıdır.

Tam bir Osmanlı Çarşısı - Başçarşı

Sarayova denildiğinde akla gelen ilk yerlerden birisi hiç şüphesiz Başçarşıdır. Caddelerinden sokaklarına, dükkanlarından camilerine kadar tam bir Osmanlı çarşısı. Her şeye rağmen ayakta kalmayı başaran bu çarşıyı dolaşırken kendinizi Konya’da, İstanbul’da, Bursa’da hissediyorsunuz. Hatta iddialı bir söylemle, Başçarşı ayakta kalan tarihi misyonuyla bir çok Anadolu kentinden daha fazla Türk.

Meşhur Başçarşı çeşmesi meydanın tam ortasında. Konya Kültür Parkta yeni yaptırılan çeşmenin projesi bire bir buradan alındı ve aynısı yapıldı. Bosna ve Hersek’in tüm kentlerinde olduğu gibi burada da çeşmeler musluksuz.

Ülkede o kadar çok su bulunuyor ki, burada suya kesinlikle para verilmiyor. Su buz gibi soğuk. Bir Osmanlı kültürü olan çeşmelere kentin her tarafından rastlamak mümkün. Sular hiçbir kimyasal işleme tabi tutulmadan direkt kaynaktan akıyor. Eriyen karlardan kaynaklara ulaşan su doyumsuz bir tat oluşturuyor. Ve ister istemez her çeşmede ayrıca su içme ihtiyacı hissediyoruz.
Baş çarşı turistik eşya satan dükkânları, lokantaları, camileri, medreseleri ile bizi yüzyıllar ötesine götürüyor. Ecdadı bir kez daha rahmetle anıyoruz. Osmanlı tüm müesseseleri ile büyük bir medeniyet kurmuş buralarda. Öyle ki, Osmanlı’nın ihtişamlı döneminde Sarayova, balkanlarda İstanbul’dan sonraki en önemli ikinci kent konumuna gelmiş.

Başçarşı’dan yukarıya doğru bir miktar yürüyüp şehitliğe varıyoruz. Binlerce Bosna şehidi burada koyun koyuna yatıyor. Onlara ölü demiyoruz. Ayetteki ifadesiyle aslında yaşayan binlerce mücahidin arasındayız. Başlarında büyük komutan Aliya İzetbegoviç. Aliya; kendisi için anıt mezar istememiş. Mütevazı olsun benim kabrim demiş. Vasiyetine uyularak sade bir kabir yapılmış Bilge Komutan için. Metalden yapılmış kubbeyi taşıyan sütunların arasındaki kabrin yanında hilal şeklinde küçük bir havuz var. Hilale; Avrupa’daki İslam topraklarının en uç noktasında halel getirmeyen büyük komutan ve silah arkadaşları için Konya Eski Milletvekili Ziya Ercan ağabey yasini şerif okuyor. Yasini hep birlikte huşu içerisinde dinliyor ve fatihaları birlikte gönderiyoruz şehitlerimize. 

“Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” diyerek Çanakkale’yi Bedir’e benzeten milli şair Mehmet Akif Ersoy’dan yola çıkarak, biz de Bosna şehitleri için Çanakkale benzetmesi yapıyoruz. Bundan yüz yıl önce tüm İslam alemi için Çanakkale neyse, Avrupa Müslümanları için Bosna savaşı o… Bosna 1992’de düşseydi eğer, benzeri Kosova’da, Üsküp’de yaşanabilirdi. Onun için anlamı büyük Bosna Savaşının İslam alemi için.

O dönemde bunun farkında olan iki büyük insan var. Birisi Aliya İzetbegoviç, diğeri Necmettin Erbakan. Rehberimiz Serkan Ünverdi “Aliya rahmetli Erbakan’ı çok severdi. Çünkü Erbakan bu savaşın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Erbakan olmasaydı Türkiye’deki sivil tepkiler oluşmazdı.” diyor. Aliya Konya’yı da severdi diyor Serkan bey. Çünkü o dönemde en büyük yardımlar Konya’dan geliyordu. Konya’da toplanarak bizatihi Aliya İzetbegoviç’e teslim edilen paraların hikâyesini, işin içinden olan eski Konya baro başkanı Hasip Şenalp ve hukukçu Ahmet Özer anlatıyor gruba… Gözler bir kez daha yaşarıyor, İslam’ın bu garip topraklarında. Üzüntüyle sevinç gözyaşları birbirine karışıyor. Tarihten silmek için yapılan soykırım, çekilen acılar, şehit olan binlerce Boşnak’a mı ağlıyoruz,  yoksa İslam’ı canı pahasına savunan kahramanların büyük zaferi sonrası yeniden imar edilmiş güzel Bosna için sevinç göz yaşları mı döküyoruz? Doğrusu hiç birimiz bunun farkında değiliz. Dudaklarımızda aynı dua var. “Rabbim, bu topluma bir daha benzer savaşlar yaşatma. Rabbim, bu topraklarda yaşayan Müslümanların imanını kavi kıl. Rabbim, kıyamete kadar bu toprakları İslam coğrafyasından ayırma. Amin”

Hüzünle ayrılıyoruz şehitlikten. Mezarlık çıkışındaki çeşmeden su içiyoruz. Ve yeniden Başçarşı’ya dönüyoruz. Gazi Hüsrev bey camiindeyiz.

Sarayova’daki en ihtişamlı Osmanlı camisi. Sancak beyi Gazi Hüsrev tarafından 1531’de Mimar Sinan’a yaptırılan caminin avlusu insan kaynıyor. Avlunun ortasındaki şadırvanda musluk yok ve sular şarıl şarıl akıyor. Abdest almak için kapalı bir bölmesi de bulunan cami, Bosna ve Hersek’e gelenlerin önemli uğrak merkezlerinden biri. Camiyi yaptıran Gazi Hüsrev Bey, babası Boşnak annesi Türk olan ve anne tarafından Sultan II. Bayezid’ın torunu olan bir Osmanlı Paşası.
Caminin hemen karşısında bir tuvalet var. Tuvalet kültürü olmayan Avrupa’nın ilk tuvaleti olarak biliniyor. Aslında bu konuda Avrupa için çok şey söylenebilir. Başlı başına tuvalet kültürü bile yıllarca bizi barbar olarak tanımlayan batı için çok şey anlatmakta…

Kurşunlu Medresesi, Gazi Hüsrev Bey camisini tamamlayan önemli bir unsur. Caminin hemen karşısında bulunan medrese yine Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış. İlim ve ibadet aynı zamanda iş hayatının içinde devam etmiş Sarayova’da. Günlük hayatın devam ettiği Başçarşı’yı tamamlayan en önemli unsurlardan birisi bu olsa gerek. Medrese Osmanlı döneminden bu tarafa fonksiyonunu aralıksız devam ettiriliyor. Ve Gazi Hüsrev Bey medresesi olarak da bilinen bu medresede her gün öğle namazını müteakip bir hatim indiriliyor. 30 öğrenci birer cüz okuyarak bir hatmi tamamlıyor ve sevabını  başta Fatih Sultan Mehmet,Kanuni Sultan Süleyman, Gazi Hüsrev Bey olmak üzere hizmete geçen herkese gönderiyor. Gazi Hüsrev Bey’in vasiyeti olarak devam ettirilen bu gelenek, Avrupa’nın en uç noktasındaki İslam toprağının nasıl elde tutulduğunun güzel bir örneği…

Saraybosna’da 20 yıl sancak beyliği yapan Gazi Hüsrev Bey, o dönemde başta Mohaç Meydan Muharebesi olmak üzere bir çok savaşa katılmış. Devleti Ali ve İslam Âlemine büyük hizmetleri geçmiş, Sarayova’yı bir uçtan diğerine ölmez eserlerle donatmış bu büyük devlet adamı bıraktığı eserlerle yaşamaya devam ediyor.

Başçarşı’dan Kaderlal’e doğru yürüdüğünüzde eski ile yeniyi saniye farkıyla yaşama şansı buluyorsunuz. Az önce geçtiğiniz zaman tünelinden bir anda Avrupai bir iklime giriyorsunuz. Bir çok dini bağrında barış içinde yaşatmayı becerebilen dünyanın sayılı kentlerinden biri olan Sarayova’da Kadedral çevresinde bulunan cafe ve resturantlarda modern hayat devam etmekte… Saraybosna’da Katoliklerin ve Ortodoksların ayrı katedralleri bulunuyor. Burada yaşayan Yahudiler ise Sinagog’da ibadetlerini özgürce yapabilmekteler. Tam bir Osmanlı hoşgörüsü var şehirde. (Savaş dönemini saymasak)

 

 


Dünyanın orijinal iki  güneş saatinden birisi de bu kentte bulunuyor. Diğeri Mısır’ın İskenderiye kentinde bulunan bu saatler güneşi esas alan bir sisteme sahip.. Çalışma sistemi farklı olan bu saatlerin tarihi eski Mısır’a kadar gitmektedir. Müslümanların geliştirdiği güneş saatleri özellikle namaz saatlerinin bilinmesi açısından ayrı bir öneme sahiptirler. Saatin bulunduğu Kule, Sarayova siluetinin önemli bir parçası konumunda…

Boşnaklar Türk kültürünün Avrupa’daki önemli temsilcisi durumundalar. Boşnakça’ya geçmiş o kadar çok Türkçe kelime, atasözü ve deyim var ki, hepsini bir bir saymak mümkün değil. Dört günlük gezimiz boyunca Boşnakların “Sabah şerifleri hayrola, Akşam Şerifleri hayrola, Başınız Sağ ola” gibi Osmanlı deyimlerini kullandıklarını gördük.

Kahve Boşnak kültüründe önemli bir yer tutar. Türkiye’de çay hangi anlama geliyorsa Bosna ve Hersek’de kahve aynı anlama gelmekte. Kahve Boşnaklar tarafından bir Osmanlı geleneği olarak sahiplenen ve yaşatılan bir gelenek. Kahve kültürü sunumuyla başlar.

 

 

Bizdeki gibi bir fincan kahve bir bardak su gelmez misafirin önüne. Herkesin kahvesi kendi cezvesinde pişirilerek gelir. Cezve, fincan, su, lokum ve şeker küçük bakır bir tepside sunulur. Özellikle tarihi mekanlarda kahvenizi yudumlarken zaman tünelinden yüzyıllar ötesine bir kahve içimliği kadar yol alırsınız. Bizim gibi çay tiryakileri ise burada çay bulmakta zorlanır. 17 yıl önce gittiğimde çay hiçbir yerde bulunmamaktaydı. Türk usulü demlenen çayı şimdilerde bazı yerlerde bulmak mümkün. 

Akşam namazını Gazi Hüsrev Bey camiinde kılıyoruz. Caminin hem erkek tarafı hem de kadın tarafı cemaatle doluyor. Çarşı, cadde ve sokaklarda bolca Türkiye’den gelen ziyaretçiler bulunduğundan, camilerdeki cemaatin önemli bir bölümünü de yine Türk turistler oluşturuyor.

Yoğun ve yorucu bir günün ardından otelimize ancak saat 23.00 sularında varıyoruz. Telefonla gelen kalk sinyali çaldığında sanki hiç uyumamış gibi hissediyoruz kendimizi. Bir yorucu güne daha başlarken rehberimiz Serkan Ünverdi’ın “yarın herkes spor ayakkabısı giysin” uyarısını hatırlayıp, kendimizi bolca yürüyeceğimiz bir geziye hazırlıyoruz.