Son Dakika Haberler

17 yıl önce

Eklenme Tarihi: 06.07.2012 - 16:32

En çok merak ettiğimiz; ajanslardan takip ettiğimiz ve gazeteci olarak haberlerini yaptığımız savaşın (soy kırım dense daha uygun olur) ülkeyi ne duruma getirdiğiydi? Kendi gözlerimizde gördüğümüzde buradaki durumun tahayyül ettiğimizden daha kötü olduğunu anladık.

17 yıl önce

Savaş yeni bitmişti. Türk Hava Yollarına ait uçakla Sarayova Havalanına indiğimizde harap olmuş bir kentle karşılaştık. Dört yıllık savaşın yorgunluğunu omuzlarında taşıyan Bosnalılar Konya’dan gelen bir grup olduğumuzu duyunca teşekkür dolu cümlelerle minnetlerini sundular. “Bosnalılar savaşta bize en çok destek veren illerin başında Konya gelmektedir” diyorlardı. Bu sözler savaş boyunca gönlü Bosna’da olan bizi çok memnun etmişti.

En çok merak ettiğimiz;  ajanslardan takip ettiğimiz ve gazeteci olarak haberlerini yaptığımız savaşın (soy kırım dense daha uygun olur) ülkeyi ne duruma getirdiğiydi? Kendi gözlerimizde gördüğümüzde buradaki durumun tahayyül ettiğimizden daha kötü olduğunu anladık.  

Bosnalılar 120 yıllık Osmanlı’dan ayrılık ve dört yıllık savaşa rağmen kültürlerini, örf ve geleneklerini kaybetmemişlerdi. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar güzel bir Türk kahvesi içmemiştim o güne kadar. Dönemin Büyükşehir Belediyesi genel sekreter yardımcısı Nurettin Kılıç ve KOSKİ’den bir teknik ekiple gitmiştik Bosna ve Hersek’e. Savaş sonrası belediye olarak neler yapılabileceğini tespit etmek için gönderilmişti bu ekip. Ben de bir medya mensubu olarak geziyi takip ediyordum.
 

Sarayova, Tuzla, Travnik, Zenitsa, Teşany uğrak yerlerimiz olmuştu. Hatta gezimiz Ayvaz Dede etkinliklerine denk geldiğinden, buraya kadar gitmiş ve etkenliği de takip etmiştik. Gezdiğimiz şehir, kasaba ve köylerde kurşun değmemiş, yara almamış bir eve rastlamak mümkün değildi. Günde 3500 top mermisinin sadece başkent Sarayova’ya atıldığı bir savaştan bahsediliyordu. Gerisini siz düşünün. Her evin bir veya birden çok şehidi vardı. Millet fakr-u zaruret içerisindeydi. Savaş bitmişti ama hiç kimse geleceğe umutla bakamıyordu. Yüzyıllarca komşu olarak yaşadıkları, kız alıp kız verdikleri, ekmeklerini bölüştükleri Sırp ve Hırvatlar, tüm bu yaşanan güzellikleri unutmuş, dört yıl boyunca kan kusmuşlar, kan kusturmuşlardı. Evet şimdilik bir anlaşma imzalanmış silahlar susmuştu ancak, küçük bir kıvılcım her an savaşı yeniden başlatabilirdi.

 

İslam dünyasının Avrupa içlerindeki son topraklarını savunmuşlardı. Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde böyle bir şeyin başlarına geleceğini hiç tahmin etmemişlerdi. Onlar medeni batı toplumları ortasında bir soykırım uygulanacağını akıllarının ucuna bile getirmemişlerdi. Komşu ırklar böyle bir şey yapsalar dahi, Avrupa’nın buna müsaade etmeyeceğini düşünmüşlerdi. Bundan dolayı da hazırlıksız yakalandılar. Ne disiplinli bir orduları vardı, ne silahları ve ne de savaş için depoladıkları erzakları.
Ölümden korkmuyorlardı. Niçin yok edilmek istendiklerini çok iyi biliyorlardı. Tek suçları Avrupa’nın ortasındaki bu güzel topraklarda Müslüman olmaktı.  Sık sık o ayeti hatırlatıp duruyorlardı. “Ey inananlar, Yahudilerle Nasranîleri dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostudur ve sizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki o da, onlardandır. Şüphe yok ki Allah, zalim olan kavmi doğru yola sevk etmez.” Maide 51

İçlerinden bazıları ise savaşla ilgili farklı yorumlarda bulunuyorlardı. Savaşın Müslüman Boşnakları kendisine getirdiğini savunanlar, “eğer bu savaş olmasaydı belki de kimliğimizden uzaklaşacaktık” diyorlardı.

Göz yaşları dinmemişti. Yaralar sarılmaya çalışılıyordu. Ancak başsız İslam dünyası, cılız yardımların dışında bölgeye ciddi katkılarda bulunamıyordu. İş kendilerine düşmüştü. Acılar unutulacak, yaralar sarılacaktı. Başka çaresi yoktu.

 


Yaşanan soy kırımın şiddeti hepimizi o kadar etkilemişti ki, anlatılan savaş anılarının dışına çıkarak bu ülkeye farklı açılardan bakmak günün anlamına ters gelmişti. O geziden aklımda iki unsur kalmıştı. Savaş ve doğal güzellikler.

Rıza Turizm’in organizasyonunda 31 kişilik grupla ikinci kez Bosna ve Hersek’e yine Türk Hava Yolları ile uçarken aklımda bunlar vardı. Aradan 17 yıl geçmişti. 17 yıl sonra Bosna’da neler değişmişti? Halk savaşı unutmuş muydu? Delik deşik olmayan bir tek binası kalmayan ülke imar edilebilmiş miydi? Ama hepsinden önemlisi halk savaş travmasını üzerinden atabilmiş miydi?

Geziye başlamadan ülkeyi daha yakından tanımak istedik. Bunun için de kısa bir araştırma yapmak gerekiyordu.  Neresiydi bu Bosna ve Hersek? Hıristiyanken neden Müslüman olmuşlardı? Osmanlı bu ülkeyi nasıl kaybetmişti? Bosna savaşı neden çıkmıştıı ve bugünün Bosna ve Hersek’i nasıl bir ülkeydi?
 

BOSNA VE HERSEK’İ NASIL KAYBETTİK.

Güney Avrupa’nın bu güzel ülkesinde kötü günlerin başlangıcı meşhur 93 harbiyle başlamıştı. (Osmanlı Rus Savaşı)  Rumi takvimle savaş 1293’de yapıldığından bu ad verilmişti. Miladi olarak ise takvim yaprakları 1878’i gösterdiğinde hem balkanlardaki Müslümanlar için hem de tüm İslam Alemi için tehlike zilleri çalıyordu.

Dünyanın başına bela olan 1789 Fransız ihtilalinin üzerinden tam 100 yıl geçmişti. Dünya tarihinin en büyük iki savaşına da sebep olacak milliyetçi akımlar tüm halkları etkiliyordu. En kötüsü ise Osmanlı devleti eski ihtişamından uzaktı. İyice zayıflayan devlet yaklaşık 100 yıldan buyana balkanlarda cereyan eden milliyetçi isyanlar karşısında naçar kalıyordu.

Avrupa’nın güçlü devletleri bunun bilincindeydi. Rusya parsadan en büyük payı almak için Panslavizm’i körüklüyor ve balkanlara sarkmaya çalışıyordu. Savaş iki cephede başladı. Zayıf Osmanlı ordusu Kafkasya cephesinde başarılı oldu, ancak Tuna cephesi olarak da adlandırılan batı cephesinde istenen başarı elde edilemedi. Meşhur Plavne savunmalarını da içine alan savaşlarda Osmanlı ordusu her şeye rağmen zaman zaman destanlaşan hareketler gerçekleştiriyordu. Ancak ordular arasındaki güç dengesi o kadar fazlaydı ki, Ruslar İstanbul yakınlarına kadar geldiler. (Yeşilköy)  

Rusların bu tehlikeli gidişi diğer güçlü Avrupa devletlerini kaygılandırdığından savaş onların girişimiyle durduruldu. Ancak bedeli ağır oldu. Osmanlılar Balkanların büyük bölümünü kaybetmişti. Bosna ve Hersek’de kaybedilen yerler arasındaydı.

İslam hâkimiyetinin Avrupa’da ulaştığı bu en uç noktada Boşnaklar yetim kalmıştı. 1463’de Fatih Sultan Mehmet tarafından kendi istekleriyle Osmanlı hâkimiyetini kabul eden Boşnaklar için 400 yıllık altın çağ sona ermiş ve kötü günler başlamıştı.  Bosnalılar bundan dolayı İstanbul’a ve Padişah’a kırgındı. Bosna topraklarının İslam dünyası için ne anlama geldiğini çok iyi bilen Boşnaklar Padişah’ı “Bosna’yı vereceğine İstanbul’u verseydin ya!” şeklinde eleştirdi. Ve o söz bir Atasözüne dönüşerek günümüze kadar yaşadı.

Bugünkü Boşnaklar ataları tarafından yaklaşık 130 yıl önce söylenen bu sözün ne anlama geldiğini bugün daha iyi kavramış durumdalar.  

Osmanlı hâkimiyetinin tüm balkanlarda sona ermesinden sonra bölgedeki tüm halklar rahat yüzü görmedi. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nın en mağdur bölgelerinden biri oldu Balkanlar.

Bosna ve Hersek’i de içine alan Yugoslavya Krallığı 1918’de, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti ise 1946’de kuruldu. Josip Broz Tito’nun diktatoryasında geçen 35 yılın ardından Yugoslavya yeniden karıştı. 1990’da Sovyet Rusya’nın parçalanması sürecinin benzeri Yugoslavya’da da yaşandı. Yugoslavya yıllar süren iç savaşların ardından 7’ye bölündü.
 

 

.

 

.