Deplasmanda Trabzon’dan alınacak galibiyet beklentileri karşısında alınan mağlubiyet çok can sıkıcı oldu. Trabzon takımının lige çok kötü başlamış olması galibiyet beklentisi oluştursa da bu durum karşımızda kazanmak için normal şartların üstünde bir mücadelenin olacağının işaretiydi aslında.
En baştan söylemek gerekirse maçın ilk dakikasından itibaren futbol oynamak yerine faul yapmaya konsantre olmuş, psikolojisi bozuk, bir galibiyet için gözü dönmüşçesine hareket eden ve teknik ekibi tarafından böylesi bir mücadele için kurgulanmış futbolcu gurubundan oluşan bir ekip görünümündeydi Trabzonspor. Öyle ki bir galibiyeti rakip futbolcunun ayağının kırılmasından daha değerli buldukları izlenimi oluşturdular.
Oldukça sert faul yapmalarına rağmen hakemin kararlarına durmadan sert tepki gösteren tavırlar içinde olmaları anlaşılmaz bir durumdu. Hatta bazı yaptıkları faulleri, futbol dışı mücadeleleri hakem tarafından görmezden gelinmesine rağmen aynı tutumlarını maç boyunca devam ettirdiler. Vurmak, kırmak rakibinin sağlığına kast edecek şekilde mücadele etmek Trabzonspor için olağan bir hal almıştı. Her duran top kullanışlarında kasıtlı bir şekilde topu yerinden kullanmama tutumlarını maç boyunca sürdürdüler. Karşılarında oldukça sabırlı bir hakem bulmaları en büyük şansları idi.
En başta Mustafa Yumlu’nun Rangelov’a efelenmesi Rangelov’un cevap vermeden uzaklaşması ve karşılığında iki futbolcunun da uyarılması… Rangelov uyarılacak ne yaptı anlayamadım.
Bir hakem sonuca tesir edecek bir hata yok yönetim göstermiyor görünüşte… Ama bir takımın mücadele etme fırsatlarının elinden alınmasına en ufak bir tepkisi yok… Saha dışından birilerini tribünlere göndererek kamufle ediyor bu yönünü… Saha içindeki spor dışı mücadeleye en ufak bir önlem almadı. Bunu yanında görmediği veya tersine verdiği fauller… Orta sahada Jönsson’a ayakla çekilen el ense nasıl görülmez pek akıl alır gibi değil örneğin…
Bu mücadelede Atiker Konyaspor’un Amir dışında sakatlanan futbolcusunun olmaması bir başarıydı nerdeyse… Maçı bir şekli ile böyle de özetleyebiliriz.
Bunun yanında ilk yarı rakibinin üstüne giden yakaladığı pozisyonları gole dönüştüremeyen Atiker Konyaspor izlerken ikinci yarıda rakibine teslim olan, rakip kaleye hiç gidemeyen tamamen kalesini savunan bir mücadele izledik. Rakip takımın baskısına karşı topu ileriye taşıyamamak gibi bir eksiklik diğer maçlara da baktığımızda bariz olarak gözükmeye başladı.
Saha zemini kötüydü. Oyuna etkisi olduğu muhakkak. Hangi takım için avantaj veya dezavantaj oluşturduğu hakkında fikir yürütmek çok zor. Net söyleyebileceğimiz bir şey genel oyun kalitesini fazlasıyla düşürdüğü… Bir de Atiker Konyaspor’un genel oyun karakterinin dışına çıkıp bozuk zemini ileriye uzun toplar atarak aşmaya çalıştığını söyleyebilirim…
Tüm bunlara rağmen deplasmandan bir puanla dönülmeye çok yaklaşılmıştı. Rakipten ziyade kendi kendimize kendi kalemizde ürettiğimiz bir golle mağlup olduk. Basketbol maçlarındaki son saniye şutları vardır, girmesi çok zor ama denenir, bazıları girer… İşte böylesi girmeyecek bir şutu kendi potasına girmesini sağlamak gibiydi yenilen gol… Yusuf öylesine topa vurdu. Meha, amacı topun geçmesini engellemek değilmiş gibi eğildi ve içerde ters vuruşla gol oldu. Acemice yenen tamamen kendi imalatımız bir gol...
Tüm samimiyetimle çok üzüldüm. Ama bu mağlubiyetten dolayı hiç kimseye kızmadım… Bu mağlubiyetten dolayı muhakkak Konyaspor taraftarının hepsi üzülecek ama bu üzüntünün yanında kızanlar da olacak, kızmayanlar da olacak… Benim hala geçen sezona benzer bir sezon yaşayacağıma inancım devam ediyor…
Selam ve dua ile…
Mehmet YILDIRIM
mhmt_yldrm_42@hotmail.com