Çünkü insanoğlu, çocukluk döneminde yapılan birtakım aşılar sayesinde pek çok ölümcül ya da vücuda zarar verebilecek hastalıklardan korunuyor. Konya Ticaret Odası (KTO) Karatay Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ümran Çalışkan, aşıya ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
“Aşı Çalışmaları, İnsanoğlunun Lehine Sonuç Veren Çalışmalardır”
Prof. Dr. Ümran Çalışkan, aşı biliminin önemine değinerek; “Aşıların keşfedilmesi için ‘ajan patojen’ adı verilen virüs, bakteri vb. mikroorganizmaların tüm özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir ve aşı kıvamına gelene kadar pek çok prosedür uygulanmaktadır. Söz konusu prosedürlerin tamamı büyük titizlikle uygulanmalı ve aşılar kullanıma hazır hale getirilmelidir. Bütün prosedürler sadece ‘Vaksinoloji’ adı verilen aşı bilimi tarafından gerçekleştirilebilir. Tüm bunlar çok ince işlemlerden geçerek hazırlanan ve uygulama sonrasında insanoğlunun lehine sonuç veren çalışmalardır. Örneğin, zaman zaman ölüme yol açan çocuk felci virüsünü aşı olarak kullanmaktayız. Çocuk felci aşısı, bebeklere ikinci aydan itibaren belirli sıklıklarda uygulanmaktadır ve günümüzde çocuk felci vakası neredeyse yok denecek kadar azdır. Difteri, tetanos, boğmaca vb. hastalıklar için de aynı şekilde aşı kullanılmaktadır.” dedi.
“İnaktif Aşıların Hastalık Oluşturma Potansiyelleri Kaybettirilir”
Her aşının kendine göre özelliklerinin olduğunu ve buna göre sınıflandırıldığını anlatan Prof. Dr. Çalışkan; “Aşılar dörde ayrılır. Toplumumuzu aydınlatmak için bunları açıklayalım. Aşı çeşitlerinden biri olan ‘ölü (inaktif) aşılar’da bazı mikroorganizmaların öldürülmesiyle elde edilir ve hastalık oluşturma potansiyelleri kaybettirilir. O mikroorganizmaya ait antijenlerin vücuda verilerek bağışıklık sisteminin ölü mikroorganizmayı tanıması, daha sonra vücuda canlı mikroorganizma girdiği zaman rahatlıkla savaşması sağlanmaktadır. Türkiye’de şu anda uygulanan Covid-19 aşısı da inaktif aşılardandır.” şeklinde konuştu.
Diğer aşı çeşitlerine de dikkati çeken Çalışkan; “Canlı (aktif) aşılarda ise, mikroorganizmalar farklı tekniklerle zayıflatılır ve vücuda enjekte edildiği zaman orijinal hastalığı oluşturmaz fakat canlı olduğu için bağışıklık sistemini uyarıp, harekete geçirir. Canlı aşılara örnek olarak kızamık, kızamıkçık, kabakulak ve su çiçeği aşısı gösterilebilir. ‘Toksoid aşılar’da ise, mikroorganizmaların bulundurduğu toksinler minimum düzeyde yer alır. Toksoid aşılara örnek olarak difteri aşısı gösterilebilir. Difteri aşısı yapılan çocuklar, genellikle difteri mikrobu vücuda girdiği zaman ona karşı rezistans yani hastalığa karşı direnç gösterirler. ‘Rekombinant aşılar’ ise genetik mühendislikle elde edilmektedir. Mikroorganizmanın hangi antijeni vücuttaki bağışıklık sisteminde en fazla reaksiyonu gösteriyorsa, o antijen hassas, moleküler ve genetik çalışmalarla incelenmektedir. Maya hücrelerine veya e.coli bakterilerine, antijeni kodlayan genin verilmesi durumunda bu hücreler durmadan aktarılan genin antijenini sentezlerler. Bütün bu işleme ‘Rekombinant DNA’ teknolojisi adı verilmektedir. Bu teknikte aşılar, virüsle ilgili çalışan bölgelerin sentez ettirilmesi yoluyla laboratuvar ortamında insan eliyle hazırlanır. Rekombinant aşılara örnek olarak Hepatit B aşısı gösterilebilir” ifadelerine yer verdi.
“Covid-19 Süreci ile Moleküler Aşı Çalışmaları Başladı”
Covid-19 virüsüyle karşılaşana kadar bilinmekte olan bu aşı yöntemlerinin kullanıldığının altını çizen Çalışkan, “Covid-19 virüsünün görülmesiyle birlikte yeni bir aşı çeşidi üzerinde çalışılmaya başlanmış ve Covid-19 aşısı, moleküler çalışmalar sonucunda elde edilmiştir.” dedi.
Yeni ortaya çıkan bu aşıya ilişkin açıklık getiren Çalışkan; “İnsan vücudundaki hücrelerin DNA’sında her türlü fonksiyonun şifrelerini bulunduran birçok gen mevcuttur ve her gen belli misyonlarla görevlendirilmiştir. Bu genler, çekirdekteyken mesajcı RNA adı verilen ‘Messenger RNA’ molekülü çıkarırlar ve moleküler bir yapı olarak, DNA’dan aldığı mesajı çekirdekten sitoplazmaya taşırlar. Sitoplazmada yer alan ribozomlara gelir ve çekirdekten alınan şifreleri ribozomda protein şeklinde sentezletirler. Bir gen kendini ifade etme noktasında, sitoplazmada kendi kodladığı protein ürünüyle fonksiyon görür.” diye konuştu.
BioNTech firmasının kurucularından iki Türk bilim insanı Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin yaptığı çalışmaları aktaran Çalışkan; “İki Türk bilim insanı, virüsün genomundan taç antijenini (spike) kodlayan kısmın genomunu alarak, ‘plazmid’ adı verilen bakterilerin ünitesine yerleştirmişlerdir. Bu işlem klonlama olarak da adlandırılabilir. Plazmidde fazla sayıda ribozom olduğu için bunlardan messenger RNA (mRNA) üretilmiş ve sonrasında üretilen mRNA plazmidde izole edilip steril bir şekilde aşı elde edilmiştir. Bu sayede Covid-19 ile birlikte mRNA aşılar geliştirilmiştir.” ifadelerine yer verdi.
“KTO Karatay Üniversitesi mRNA Aşı Çalışmalarında Yer Alıyor”
KTO Karatay Üniversitesi’nin mRNA aşı çalışmaları olduğunu aktaran Çalışkan; “İnsanoğlu problemlerle karşılaştıkça çözüm için yeni yollar aramaktadır. Ülkemiz ve üniversitemizde de aşı çalışmaları multidisipliner bir ekiple sürdürülmektedir. Kümülatif aşılar devlet tarafından ülkeye getirilerek, toplum aşı olduğu sürece Covid-19’a karşı bağışıklık geliştirmemiz mümkün olacaktır. Virüsü tamamen yok edecek bir ilaç henüz bulunamadığı için şu anda aşıyla korunmak en sağlıklı çözüm yolu olarak değerlendirilmektedir.” dedi.
“Tüm İlaçların Yan Etkisi Ölçülmektedir”
Eczanelerde satılan tüm ilaçlar dahil olmak üzere bütün tedavi edici çalışmaların, incelikle elde edilmiş sonuçlara dayandığını söyleyen Çalışkan; “İnsan eliyle elde edilmiş bu çalışmaların; faz çalışması denilen ilk aşamada hayvanlara, sonra insanlara, en son olarak daha çok sayıda insana uygulanmasıyla tedavi ediciliği ve yan etkileri ölçülmektedir. Tüm ilaçların bazı yan etkileri mevcuttur. Fayda oranı, yan etki oranına göre yüksekse reçete edilmeye başlanır. Covid-19 aşısında çok az da olsa kabul edilebilir yan etkiler olduğu bilinmektedir. Diğer tüm aşılarda da bu durum söz konusudur. Örneğin kızamık aşısı bulunmadan önce insanlar çok ağır bir şekilde ve salgın halinde bu hastalığa yakalanmaktaydı. Aşının yaygın olarak kullanılmasından sonra hastalık neredeyse gözlemlenmez oldu. Kızamık aşısının insanlara önemli derecede yararı olmasına rağmen çok nadir olarak ağır yan etkide oluşabilmektedir (subakut siklerozan panensefalit). Bu ihtimale rağmen kızamık aşısı yıllardır yaygın olarak kullanımdadır. Toplum sağlığı açısından aşıdan elde edilen yarar, çok seyrek yan etkilerine göre her zaman kullanılabilirliği ön plana getirmiştir ve yararlıdır.” şeklinde konuştu.
“Dünya Genelinde En Fazla Tecrübe Sahibi Olunan Aşılar, İnaktif Aşılardır”
Yaklaşık yüz yıldır inaktif aşıların tecrübe edildiğini belirten Çalışkan; “Bilimsel olarak tüm dünya genelinde en fazla tecrübe sahibi olunan aşılar, inaktif aşılardır. Yaklaşık 100 yıla yakın zamandır insanoğlu inaktif aşıları tecrübe etmektedir. Bu nedenle, Sağlık Bakanlığı’nın vermiş olduğu karar doğru olarak değerlendirilebilir. Çünkü Çin’den gelen aşı inaktif bir aşıdır. İnaktif aşılardaki yan etkilerin kabul edilebilir olma özelliği vardır. Halk arasında mRNA aşılarıyla ilgili genotipimizi değiştirebileceğine dair bazı önyargılar mevcuttur. Ancak böyle bir düşünce bilimle bağdaşmamaktadır. Çünkü mRNA çekirdeğe ulaşmadığından, hücrelerin DNA’sına ulaşma ve değiştirmesi durumu söz konusu değildir” diyerek aşı karşıtlığının bilimsel bir temeli olmadığı ve pandemi sürecinde korunmanın en iyi yöntemin aşılanmak olduğuna dikkat çekti.
Kaynak:
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te KONHABER'e abone olun.