İMAM MÂTÜRÎDÎ TÜRK BİR DİN ÂLİMİDİR
Coşkun, İmam Mâtürîdî’yi tanıtarak başladığı konuşmasında; “Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî III. / IX. Yüzyılın ilk yarısının ortalarında bugün Özbekistan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde bulunan Semerkant’ın dış mahallesi olan Mâtürîd’de dünyaya gelmiş 333 / 944 yılında vefat etmiş önemli bir Türk din âlimidir. O Sâmânoğulları’nın Mâverâünnehir’e hâkim oldukları devirde yaşamış Hanefî mezhebinin dördüncü veya üçüncü kuşak âlimlerindendir. Te’vilâtul-Kuran, Matüridi'nin günümüze intikal eden en hacimli tefsir eseri olup başta tefsir olmak üzere kelam, mezhepler, fıkıh, usul-i fıkıh gibi temel İslâmî ilimlerin yanı sıra İslâm dışı din ve mezheplere ilişkin değerli bilgiler içerir. Kitâbut-Tevhid adlı eseri ise Ehl-i Sünnet Kelâm okulunun en hacimli ilk kaynağıdır. Her iki eserin yakın geçmişte Türkçe’ye kazandırılmış olması sevindiricidir...” dedi.
ALLAH’IN YARATTIĞI EN SEÇKİN VARLIK
İmam Mâturîdî’ye göre insanın Allah’ın yarattığı en seçkin varlık, olduğunu söyleyen Coşkun; “Onun bu üstünlüğünü korumasının ilk şartı onu bu şekilde yaratan Rabbini tanımasına bağlıdır. İkinci şartı ise yeryüzünün imarına katkıda bulunmasıdır. Bunu yaparken de manevî yükselişini gerçekleştirmesi, Allah’ın razı olduğu hayat tarzına göre yaşayarak her geçen gün O’na yaklaşmasıdır. İnsan birinci şartı yerine getirmekle ne bir taşa ne bir ağaca ne güneşe ne kamere ne de zorla bir beşere boyun eğer. Böylece insani üstünlüğünü iman ile korumuş olur. Kur’ân karada, denizde ve havada farklı varlıkların insana musahhar kılındığını bildiriyor. Fakat bunun gerçekleşmesi insanın ikinci şartı yerine getirmesine bağlıdır. O zaman insan kendi otoritesini elinde tutar, sıradan varlıkların otoritesi altına girmez, sıradan ve rezil bir hayata sürüklenmez. Aksine o, Allah’ın verdiği kudreti, iradeyi ve aklı kullanarak onlara hükümran olur…” dedi.
EN UYGUN İNSAN TASAVVURU
Allah’ın, insanın bu kudret, irade ve akıl misyonunu gerçekleştirebilmesi için onu, bilgi üretmek üzere akıl, irade, güç ve kudretle donattığını ifade eden Prof. Dr. İbrahim coşkun; “O mevcut konumuyla Allah’ın kendilerine öğrettiği / verdiği bilgi yolları ve çareler sayesinde nesnelerin tamamını faydalı hale getirebilir. İnsanı kendi dışındaki varlıklarla neredeyse aynı düzleme çeken ve insanı güçsüz ve zavallı bir varlık konumuna getiren kelâmî anlayışların yetersizliği ortadadır. Mevcut yorumlar içerisinde Allah-insan ilişkisi bağlamında İmam Mâtürdi’nin eserlerinde açıkladığı insan tasavvurunun Kur’ân’ın ve Hz Peygamberin bildirdiği insan tasavvuruna en uygun tasavvur olduğu kanaatindeyim. Yine onun eserlerinde açıkladığı Allah ve insan tasavvuru ile deizm, din-bilim kavgası, insanın özgürlüğü gibi günümüzde tartışma konusu olan pek çok problemin de daha iyi anlaşılabileceği ve bu problemlere önemli İslâmî bakış açıları geliştirilebileceği kanaatindeyim…” dedi.
MU’TEZÎLE ve EŞ’ÂRÎ’DE BELİRSİZLİKLER VAR
İmam Mâtürîdî’nin temel noktada hem Mu’tezîle’yi hem Eş’ârî’yi kelâm metodolojisi anlamında eleştirdiği konunun nereden kaynaklandığını ifade eden Prof. Coşkun; “Esasen bu tespiti Eş’ârî âlimlerinden Diyarbakırlı Seyfeddin el Âmîdî, şu tespiti yapıyor: Sağlam bir uluhîyet, beraberinde sağlam bir insan anlayışını doğurur, diyor. Mâtürîdî de böyle söylüyor, İbn Rüşt de böyle söylüyor, İbn Teymiye de böyle söylüyor. Onun için biz Kur’ân’daki Allah tasavvurunu çok içi tetkik etmemiz gerekir, bir bütün olarak bakmamız gerekir, Allah’ın isimlerini, sıfatlarını bir bütün olarak görmemiz gerekir ve bu bütünlük içerisinde insana da bir bütünlük içerisinde bakmamız gerekir ki, ondan sonra doğru bir yolu bulabiliriz, diyor. Mu’tezîle âlimleri, Allah’ın belli sıfatlarını öne çıkardılar ve Allah’ın diğer isimlerini, kullarıyla olan ilişkisini belirleyen yönleri ihmâl ettiler, diyor. Mesela ‘adalet’ sıfatını öne çıkardılar, insanın adaleti ile Allah’ın adaletini özdeşleştirdiler ve dar bir adalete hapsettiler; onun için şefaat inancını falan reddettiler, diyor. İşte ‘kıdem’ sıfatını öne çıkarıyorlar, onunla ilgili birtakım eleştirileri var. Bizim geleneğimizdeki Eş’ârî üstatlarımız da Allah’ın ‘kudret’ sıfatını öne çıkardılar, ‘irade’ sıfatını öne çıkardılar, sınırlamayayım, tenzihte hâtâ etmiyeyim düşüncesiyle de insana bir alan bırakmadılar, diyor. Eş’ârî âlimlerinin eserlerine bakarsanız, insanın iradesi var mıdır diye sorduğunuz zaman net cevap göremezsiniz, diyor. Allah’ın iradesini sınırlar endişesiyle ‘Yok’ da demiyorlar, ‘var’ da demiyorlar. İnsanın kudreti var mı, sorusuna yine net cevap vermezler…
‘İNSANA ANCAK ÇALIŞMASININ KARŞILIĞI VARDIR’
İmam Mâtürîdî’ye baktığımız zaman ise ikiye ayırıyor: Allah’ın insana önceden verdiği bir kudret vardır, potansiyel kudret, onunla eylem yapabilir, eylem yapacağında ayrıca Allah’ın verdiği kudretin birleşmesiyle fiil gerçekleşir, diyor. Yani insanî yöne böyle bir yer veriyor. Yine Allah’ın insana verdiği bir irade etme potansiyeli vardır, ‘küllî irade’ diyor buna, işte insan, bu küllî iradesini kendisi oluşturur ve Allah asla müdahale etmez, diyor. İşte bu iki arguman özellikle insanı Allah’ın belirlediği ölçüde hem özgür kılıyor, hem de insanı fail kılıyor, özne kılıyor. Böyle bir insan, elbette üretken, çalışan, gayret eden, gayretiyle Allah’ın rızasına ulaşacağına inanan bir insandır. Çünkü Necm Suresi; ‘İnsana ancak çalışmasının karşılığı vardır…’ buyuruyor…” diyerek konuşmasını tamamladı.
Kaynak:
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te KONHABER'e abone olun.