Türk İslam sanatının en güzide eserlerinden biri olarak tarihimizdeki yerini alacağına inandığım İstanbul Mushafı’nı hazırlayan Hüseyin Kutlu hocamızı şahsım, ailem, milletim adına tebrik ediyorum. Bilindiği gibi İstanbul ecdadın alimlere ve sanatkarlara gösterdiği ilgi, sağladığı itibar, verdiği destek sayesinde asırlar boyunca doğudan ve batıdan gelen pek çok ilim ve sanat erbabına ev sahipliği yapmıştır. Özellikle hat sanatının İslam dünyasındaki tüm güzide isimleri İstanbul'a göç ederek faaliyetlerini burada sürdürmüşlerdir.
Fatih Sultan Mehmet Han’dan günümüze İslam ve Türk coğrafyalarının kültür, sanat, edebiyat merkezi olan İstanbul, bu alanlarda dünyaya da yön vermiştir. Şam’da, Bağdat’ta, Tebriz’de ve diğer çok yerde tomurcuklanan İslam sanatları, İstanbul’da yeni bir terkibe bürünerek en güzel hallerini almışlardır. Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Mustafa Rakım Efendi gibi sanatkarlar, büyük emek ve vakit harcayarak Mushafı Şerif geleneğini ortak değerler etrafında İstanbul'da yeni bir biçime kavuşturmuşlardır.
"Nitekim Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı" sözü işte bu geleneğin ulaştığı seviyeyi ifade eder. Hamdolsun asırlar boyunca bu çizgi kırılmadan, kesintiye uğramadan, bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. Hayatımızın her alanını ama özellikle de geleneği olan sanatlarımızı yozlaşmaya karşı korumak mecburiyetindeyiz. Hele hele konu Kur’an-ı Kerim’se burada asla riya, kibir, harcıalemlik söz konusu olamaz.
İstanbul’un hat sanatının merkezi olmayı sürdürmesi, medeniyetimizin bu alandaki gücünü, tarihimizin devamlılığını, geleceğimizin aydınlığını göstermektedir. Maziden atiye kurduğumuz köprünün en güçlü ayaklarına biri olan yazı sanatımızın bugünkü temsilcilerini saygıyla selamlıyorum.
Hepimizin de bildiği gibi Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti “Oku” ayeti, onu takip eden ikinci hatırlatması da “Yaz” telkinidir. Rabbimizin biz kullarına okumayı ve kalemle yazmayı öğretmesinin elbette bir sebebi vardır. Her iki emir, insana bilmediğini öğretendir. Hükmüyle bütünleşerek bizlere varlığın, ilmin ve hikmetin kaynağını işaret eder. Bizim medeniyetimizde ve kültürümüzde içeriğinden bağımsız olarak bizatihi yazının kendisi öylesine kıymetlidir ki, büyüklerimizin üzerinde yazı bulunan herhangi bir kağıdın bile ayaklar altında kalmasına rıza göstermediklerini hatırlıyoruz. Aynı hususla ilgili büyük alim, büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’ın kardeşinin naklettiği şöyle bir hatırasını sizlerle paylaşmak isterim.
Merhum Yazır, 13 yaşında ilim tahsili için geldiği İstanbul’da Küçük Ayasofya Medresesinde Hacı Kamil Efendi isimli mübarek bir zata da hizmet ederek hayır duasını almaya çalışırmış. Bu zatın oda kapısının eşiği biraz yüksekçeymiş. Merhum Yazır, Kamil efendinin oraya rahat girip çıkmasını sağlamak için üzerinde Romence yazılar bulunan bir gazyağı sandığının kapağını eşiğin önüne yerleştirmiş. Ertesi sabah bunu gören Kamil Efendi, merhum Yazır’a, “Ayağımızın altına öyle bir karpuz kabuğu koymuşsun ki hiç günahımız olmasa da bu yeter” demiş. Bu tepkiye şaşıran Yazır, bunun İslam yazısı olmadığını demeye çalışırken Kamil efendi devam etmiş: “Müslüman’ın da, gavurun da yazısı vardır ama yazının da Müslüman’ı, gavuru olur mu? Biriyle görülen iş diğeriyle de görülmüyor mu? Hayra yarayan, hakka hadim olan her yazıya saygı lazım. Allah, Kalem suresinin ilk ayetinde yazılara ve yazılanlara boşuna mı kasem buyurdu sanıyorsun. Aman dikkatli ol yavrum.”
Bizim medeniyetimiz, bizim kültürümüz her türüyle yazıyı işte böyle bir yere koymaktadır. Yazıya geçirilen eser, Kur’an-ı Kerim olduğunda ise ortaya insanların hem gözünü hem gönlünü okşayan nüshalar çıkmaktadır. İstanbul Mushafı da bu geleneğin zirvesi olmaya talip bir çalışmadır. Rabbim Hüseyin Kutlu Hocamızdan razı olsun.
Kaynak:
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te KONHABER'e abone olun.