Türkiye Aile Meclisi Başkanvekili Doç.Dr Adnan Küçük: “Dünya genelinde ve ülkemizde, son yüzyılda geleneksel aile yapısının tabiatında ciddi aşınmalar meydana geldiği, aileye yönelik saldırıların had safhaya yükseldiği görülmektedir” dedi.
Açıklamalarda bulunan Türkiye Aile Meclisi Başkanvekili Doç.Dr Adnan Küçük şu ifadelere yer verdi: “Bazı küresel güçler, çeşitli ülkelerdeki yerel kuruluşların etkileme güçlerinden de faydalanarak, “cinsel yönelim”, “eşcinsel evlilik”, “toplumsal cinsiyet”, “cinsiyetsiz nesil” vb. kavramları kullanarak aile kurumunu yıkıcı yönde etkili ve yoğun çabalar sarf ediyorlar.
Kendilerini, çağdaşlık, medeniyet, insancıllık, insan hakları, demokrasi, hürriyet vb. süslü, göz kamaştırıcı, akılları esir alıcı kavramları tekellerine alan Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi gibi güçlü bölgesel uluslararası kuruluşlarla, Amerika gibi diğer gelişmiş ülkeler, “cinsel yönelim”, “eşcinsel evlilik”, “toplumsal cinsiyet”, “cinsiyetsiz nesil” gibi kavramları, Batının “çağdaş müşterek değerleri” şeklinde pazarlıyorlar. Hatta bütün bunları, pazarlamakla yetinmiyorlar, dünya genelinde diğer ülkelere bir nevi dayatıyorlar da.
Nitekim 2021 yılında LGBT fikriyatı ile çelişecek şekilde, “eşcinsel evlilik şeklinde birlikte yaşayanlara evlat edinmeyi” ve “18 yaşından küçükleri eşcinselliğe ve cinsiyet değişikliğine teşvik etmeyi” yasaklayan Anayasa ve kanun değişikliklerinin yapıldığı Macaristan’a karşı, AB ülkeleri topyekün baskıcı tepkiler ortaya koydular.
Macaristan’da kabul edilen bu iki hukukî düzenleme üzerine, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Vera Jourova, Macaristan’ın “AB’nin demokratik standartlarına uymasını” istedi, bunun olmaması halinde gerekirse “ellerindeki tüm araçları kullanacaklarını” söyledi.
Jourova, AB anlaşmalarında belirtilen “Avrupa’nın müşterek değerlerinde” ortak bir zemin bulmak için Macaristan makamlarından anlamlı bir çaba göremiyoruz” dedi.
13 AB üyesi ülke (Belçika, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, İrlanda, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, İspanya, İsveç ve Letonya) Macaristan’da kabul edilen söz konusu
kanuni düzenlemeleri kınayan ortak bildiri yayınladılar.
“Avrupa’nın müşterek değerleri” şeklinde ifade edilen “cinsel yönelim”, “eşcinsel evlilik”, “toplumsal cinsiyet”, “cinsiyetsiz nesil” gibi kavramlarla geleneksel aile yapısının tamamen tahrip edilmesini amaçlayan LGBT eğilimli sapkın güçler, Batılı devletleri tamamen esir almış durumdadır.
Batılı ülkelerin bir kısmında, toplumun, organize, aktif ve güçlü kesimlerinde hâkim olan sapkın LGBT fikirlerini hayata geçirecek hukukî düzenlemeler yapılmakta ve toplumun bazı cılız kalan kesimleri hariç, bu düzenlemelere etkili tepkiler verilememektedir.
Aileye yönelik ciddi manada aşınmalar ve tahribatlar, Türkiye’de de yaşanmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu mevzuya ilişkin şu açıklamayı yapmıştır: “Hayatî bir diğer konu olan ‘sapkın akımların dayatmalarına karşı ailenin korunmasını’ da ekleyerek bir anayasa değişikliği teklifinin hazırlığına başladık”.
LGBT Eğilimli Güçlerin Aileye Yönelik Yıkıcı Hedefleri
(1) Bu kesimler, ailenin, kişilerin cinsel tercihlerini aşırı derecede sınırlandırdığını düşündükleri için, rızaya dayalı sınırsız cinsellik serbestisinin sağlanması için, aileyi, en başta yıkılması gerekli kurum olarak görüyorlar. Bu zihniyete göre, eşlerin aile haricindeki cinsel tercihlerini sınırlandırdığı ölçüde, nikâhlı aile hayatı, bireyler için tamamen bir “esaret”tir.
(2) Her ne kadar, çoğu Batılı ülkelerde aileye yönelik vurgular yapılsa da, fiiliyatta devletlerin politikalarının, LGBT eğilimli zihniyetin maksimum düzeyde korunması ve yayılması yönündedir. Hatta AB ve Avrupa Konseyi organları, üye devletler için İstanbul Sözleşmesinde temelleri olan eşcinsel evliliklerle alakalı eğitimlerin verilmesi konusunda üyelere yönelik yoğun baskılamalar yapıyorlar. İfade hürriyeti ve tarafsızlık gerekçeleri ile bu yöndeki baskılamalar haklılaştırılmaya çalışılıyor.
(3) Macaristan örneğinde görüldüğü gibi, küresel güçler, eşcinsel evlilikleri daha da güçlü ve cazip kılmak, teşvik etmek için, eşcinsel evlilerin evlat edinmelerinin de anayasal ya da kanuni güvence altına alınması yönünde devletlere yönelik yoğun baskılar uyguluyorlar.
(4) LGBT eğilimindekilerin en büyük saldırısı, ensest ilişkilere ilişkin yasaklardır. Amaçları, bazı ülkelerde ensest ilişki yasağı olanların kendi aralarında evlilik kurabilmelerini sağlamaktır. Almanya, İtalya, İsviçre gibi çok az sayıdaki Batılı ülke dışında ensest ilişkiye ilişkin yasaklamalar yoktur. Bazı ülkelerde bu kapsamda yer alanlar arasında rızaya dayalı cinsel ilişki serbest olmakla birlikte, evlilik yasağı vardır. LGBT’cilerin temel maksadı, bu konuda tam serbesti sağlayarak, aile kurumuna bir öldürücü ve yıkıcı darbe daha vurmaktır.
(5) İstanbul Sözleşmesinde yer alan “cinsel yönelim” ve “cinsel kimlik” ifadelerinin, Avrupa Konseyi’nce bu Sözleşme için açıklayıcı metin olarak hazırlanan “The Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence against Women and Domestic Violence (Istanbul Convention): Questions and Answers”de, “lezbiyen”, “biseksüel”, “gay” ve “trans birey”leri de kapsadığı belirtilmektedir. Nitekim AİHM içtihatları da burada bahsi edilen açıklamayı teyit edici yöndedir. Bu hükümlerle, “cinsel yönelim” ve “cinsel kimlik” adına, her türlü sapkın cinsel ilişkiler, hukuken legal hale getirilmiş olmaktadır. Aile için önemli tehditlerden biri de bu yönden gelmektedir.
(6) Şiddetin kaynağı çok fazla (alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, psikiyatrik bozukluklar, kumar, yoksulluk, iletişim bozuklukları vd.) olduğu halde, yoğun bir şekilde Aile içi şiddete vurgular yapılması yoluyla, şiddetin en büyük kaynağının aile olduğu yönünde güçlü algılar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu da aileye tahripkâr zararlar vermektedir.
(7) Batı’da hem nikâh dışı birlikte yaşamalar üst düzeylerde hem de evlendikten sonra boşanmalar çok büyük oranlara ulaşmış durumdadır. Türkiye’de boşanma oranı Batılı ülkelere göre kısmen az ise de, son yıllarda ülkemizde de bir yandan evlilikler azalırken, diğer yandan da boşanmalar, bizim kültürel gerçekliklerimizde bağdaşmaz düzeyde artış göstermektedir. Bunlar da, ülkemizdeki aile kurumunun uğradığı tahribat ve yaralanmaları göstermektedir.
(8) Aileyi güçlü kılan temel bağlar, esasen karşılıklı sevgi, saygı, paylaşım, sadakat, güven, hakiki mutluluğun aile içinde yaşanması inancı vb. değerler temelli manevi bağlardır. Ailede hakiki saadet ve huzur; koca ve karı arasındaki karşılıklı emniyet, güven ve samimî hürmet ve muhabbetle tesis olunur ve devam eder. Bu manevi bağlar güçlü olduğu takdirde, hastalık, ekonomik sorunlar vb. kötü günlerde de iyi günlerde de aile, sağlamlığını muhafaza eder. Manevi bağlar zayıfladığı ölçüde, maddi temelli zayıf bağlarla birlikteliğin söz konusu olduğu bir aile yapısı ortaya çıkmaktadır. Aile içi ilişkilerde manevi bağların yerini, parasal ilişkiler temelli maddi bağlar alınca, evlilikler çok kolay bir şekilde yıkılabilmektedir. Aileye yönelik en büyük aşınmaların bu yönde yaşanmakta olduğu görülmektedir.
İslâmî gelenek temelli güçlü aile yapısında, kadın ve erkek arasındaki esaslı, samimi, daimi ve kuvvetli ilişkilerdeki karşılıklı muhabbet ve alâkanın temelini; aile saadetinin, sadece dünyevî hayatın ihtiyaçlarından ileri gelmiyor olması oluşturmaktadır. Yani ülkemizde İslâmî inancın ve ahlaki kaidelerin temelini ve mayasını teşkil ettiği aile kurumunda, kadın ve koca, kendilerini sadece dünya hayatına mahsus hayat arkadaşları değil; ebedi hayatta; yani ahirette de devam edecek olan bir hayat arkadaşı olarak bilirler. Kadın ve koca, birbirlerini ebedi hayat arkadaşı bildiklerinde, aile ilişkilerini zedeleyecek şekilde başkalarının sevgisini kendisine çekerek ya da onlara muhabbet besleyerek, diğer eşini darıltmak ve kıskandırmak istemezler. Bu ebedi arkadaşlık saikiyle, eşler, sadece gençliklerinde ve güzellik zamanlarında değil, ihtiyarlık vakitlerinde dahi, birbirlerine karşı ciddî hürmet ve muhabbet taşırlar. Bu vesileyledir ki, eşler, kendi güzelliklerini başkalarından ziyade eşinin nazarına tahsis ederek ve muhabbetini ona yönelterek hareket ederler.
Bu aile hayatı tarzı, LGBT eğilimindeki zihniyetin temel hedefini teşkil eden rızaya dayalı her türlü cinsel hürriyet anlayışı ile taban tabana zıt olduğu için, özellikle İslam Âleminde mevcut olan bu aile yapısı, LGBT eğilimindekilerin en büyük yıkıcı hedefini teşkil ediyor. Aile, burada sözünü ettiğimiz ideal manadan uzaklaşarak, LGBT eğilimindekilerin hedefine yaklaştığı, manevi ailevi bağlar yıkılarak bireysel cinsel tercihler belirleyici hale geldiği ölçüde, artık aile, Türk toplumunun temelini teşkil etme vasfını yitirecektir.
(9) Aile mahremiyeti ve sadakati için en büyük manevi maya, karı ve koca arasında ihanet olarak nitelenen aile dışı cinsel ilişkilerin olmamasıdır. Aile içinde sadakati ve güveni yıkan aile harici cinsel ilişkilerin (zina) suç olması, ailenin bütünlüğünü sağlayıcı yönünde bir önlemdir. Ülkemizde 1990’lı yıllarda AYM’nin verdiği iptal kararları [E. 1996/15, K. 1996/34, KT: 23.09.1996 (TCK. md. 441); E. 1998/3, K. 1998/28, KT: 23.06.1998 (TCK. md. 440)] ile zina suç olmaktan çıkarılarak, aile sarayının büyük bir duvarı yıkılmış oldu. 26.09.2004 Tarih ve 5237 sayılı yeni TCK’nda da zinanın suç olarak düzenlenmemiş olması, bu tahribatı sürdürmüştür. Şu anda ülkemizde zina fiili, sadece boşanma sebebi olarak görülmektedir; bunun dışında bir hukuki yaptırım yoktur. Aileye yönelik tahribatlarda, zinanın suç olmaktan çıkarılmasının da büyük etkilerinin olduğu kanaatindeyim.
(10) Bütün canlılar, çift cinsiyetlidir. Canlıların neslinin devamı, çift cinsiyetin varlığını sürdürmesine bağlıdır. Cinsiyetsizliğin yaygınlaştırılması yönündeki çabalar, sadece insanlar arasında söz konusudur. Cinsiyetinden hoşnutsuzluk, LGBT eğilimlilerini kuşatması altında insanlar arasında söz konusudur. Bunun neticesi, insan fıtratının yok edilmesidir. Bu sebeple, cinsiyetsizliğin ve cinsiyet değişikliğinin teşvik edilmesi, özendirilmesi, eşcinsel evliliklerin sevimlileştirilmesi, nikâhlı evliliklerin ötekileştirilmesi, neslin ve evlatlarla ebeveyn arasındaki nesebi bağların tahrip olması neticesini ortaya çıkarmaktadır. Annesini babasını bilmeyen bir neslin yetişmesi, bir toplum için en büyük tahribat teşkil edecektir.
(11) Aileyi tahribe yönelik en etkili ve yaygın eğilimlerden biri de, aile içi ilişkileri de kapsayacak şekilde bireyselliğin maksimum düzeye çıkmasıdır. Aşırı bireysellikte, aile içi ilişkilerde yükümlülükleri paylaşım yoluyla aile bütünlüğünün korunmasından ziyade, bireysel çıkarların öncelenmesi hadisesi öne çıkmakta, bundan da aile zarar görmekte, en ufak ihtilafta aileler çok kolay bir şekilde yıkılabilmektedir.
Aşırı bireyselleşme neticesinde, evlatların, bekârken ve evlendikten sonra, gerek ebeveynleriyle gerekse geniş aile ferdleriyle olan aile ilişkileri zayıflamakta, bir müddet sonra kopuşlar yaşanabilmektedir. Hatta çoğu kereler, evlilikler ebeveynlerle ilişki kurulmaması şartına bağlanmakta; taraflardan birinin ebeveyni ile sıcak ilişki kurmak teşebbüsü boşanma ile neticelenebilmektedir. Bütün bunlar neticesinde, ebeveynlerine karşı samimî sıcaklık ve sorumluluk hissi taşımayan, yaşlılıkları döneminde onlarla ilgilenmeyen bir nesil ortaya çıkıyor. Tıpkı, evlatlarının haberi bile olmaksızın 87 yaşında Ritz Oteli’nde kaldığı odada gazeteleri okurken beyin felci geçirerek hayata gözlerini kapayan bir başbakan misalinde olduğu gibi, ülkemizde de bu gidişatın neticesinde, evlatlarından kopan ebeveynlerin tek başlarına yaşayıp tek başlarına vefat ettikleri bir ortamın yaşanması olağanlaşabilecektir.
(12) Aile için en tahripkâr hukukî düzenlemelerden biri de, 6284 Sayılı Kanundur. Her ne kadar, bu kanunun başlığı, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ise de, bu kanunun uygulamada şiddeti önlemek adına ailelerin dağılmasına katkı sağladığı görülmektedir. Ailenin korunmasından ziyade, büyük ölçüde kadının şiddetten korunmasına odaklanan önlemler, daha başka ıslah edici ve tamamlayıcı kurumsal yapılarla tamamlanmış değildir. Bu durumda ilk önce koruyucu önlem olarak uzaklaştırmaya müracaat edildikten sonra, aileyi koruyucu ve uzlaşıyı sağlayıcı yönde hiçbir önlem öngörülmediği için, bu kanunun katı uygulanmasının büyük ölçüde ailelerin yıkımını getirdiği görülmektedir.
(13) Anayasanın 41/1. ve 2. fıkralarında “Aile, Türk toplumunun temelidir... Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması… için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” hükmü yer almaktadır. Devletin, 41. madde gereğince aileyi koruyucu yönde eğitim, ıslah, uzlaştırıcı, önleyici kurumsal ve hukukî önlemleri alması gerektiği halde, bu konuda büyük ölçüde anayasal düzenleme ile yetinildiği görülmektedir. Benzer yöndeki uygulamaların sivil toplum ayağının da zayıf olduğu görülmektedir. Elbette ki her önlem mutlaka devletten beklenemez. Bu maksada yönelik eğitim, ıslah, uzlaştırıcı vb. işlevler görecek dernekler, vakıflar şeklindeki sivil toplum yapılanmalarının da rol almaları gerekir. Bu mevzuya yönelik sivil ayağın tahakkuk etmesi, bu konuya yürekten inanan, hasbî ve samimi olarak faaliyet gösteren vakıf ve derneklerin mevcudiyetini lüzumlu kılmaktadır.
Gerek tüm dünya genelinde, gerekse ülkemizde en kıymetli toplumsal varlığımız olan Türk aile kurumunun yukarıda sözü edilen tahribatlardan kurtuluşu çeşitli çabalara bağlıdır.
Burada, devlete düşen ödevler kadar, toplumsal alanda faaliyet gösteren özel eğitim kurumlarına, medyaya, bireylere, düşünen âkil insanlara, din adamlarına, sivil toplum örgütlerine vb. düşen çok sayıda ağır ödevler ve mes’uliyetler mevcuttur.
Devletimiz, başörtüsü serbestisinin anayasal düzeyde güvence altına alınmasını öngören anayasa değişikliği ile birlikte ailenin güçlendirilmesini amaçlayan anayasa değişikliğini de gündeme getirerek üzerine düşeni yapmak teşebbüsündedir.
Sivil toplum örgütleri de, ailenin korunmasını amaçlayan faaliyetler sergiliyorlar. Hemen her ilde, sivil toplum örgütleri, hükümetin ve halkın ailede yaşanan tahribatlara dikkatini çekmek maksadıyla yürüyüş programları ve basın açıklamaları yapıyorlar.
30 Ekim 2022 günü, Ankara Sivil Toplum Örgütünün koordinasyonunda, 200 civarında sivil toplum örgütünün iştiraklarıyla Hacı Bayram Camiinden Melike Hatun Camiine yürüyüş gerçekleştirilecek, yürüyüş sonrasında basın açıklaması yapılacaktır.
Bu organizasyona dâhil olanların temel kaygısı, Batıyı tamamen esir alan LGBT zihniyetinin aileyi tahribe yönelen sapkınlıkları karşısında güçlü bir şekilde duruş sergilemek, bu konuda hükümete ve kamuoyuna etkili mesajlar vermek, aydınlatıcı olmaktır.
Unutmayalım ki, sahipsiz ailelerin yıkılarak tuz buz olmaları hak ve muhakkaktır; bu milletin kahir ekseriyetinin ailemize sımsıkı bir şekilde sahip çıkması halinde, Türk ailesi kıyamete kadar sağlam şekilde yaşamaya devam edecektir. Haydi! ailemize sahip çıkalım!
(14) LGBT eğilimindekiler, aileyi, bireysellik kapsamında rızaya dayalı her türlü cinsel ilişkileri temel değer kabul eden zihniyetleri için en büyük engel olarak görmektedirler. Bu zihniyetlerini de, “AİLE DEĞİL, KADINIZ” şeklinde ifade etmektedirler. Burada, ailenin tamamen yıkılması hedefi söz konusudur. Bunların maksatları, ailesiz bir toplum inşasıdır.
İşte LGBT sapkınlıklarına karşı Türk toplumunun temelini teşkil eden aile kurumuna sıkı bir şekilde sahip çıkmak maksadıyla Türkiye Aile Meclisi ve Bileşenleri olarak beş senedir sahadayız. İllerdeki yürüyüşlerimiz devam ediyor. Başkentli Ankaralı hemşehrilerimizi, eşleri, çocukları, dostlatı ahbapları hasılı büyük ailesi ile birlikte, 30 Ekim 2022 günü saat 13'de, Hacı Bayram’da başlayıp Melike Hatun Camiinde sona erecek olan yürüyüşe ve basın açıklamasına katılmaya davet ediyoruz. 6 Kasım'da ise İzmir/Konak'da ve Gaziantep'te 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü Diyarbakır'da olacağız inşaallah. Ardından da Kayseri Antalya Bursa Van Sakarya Denizli Erzurum Elazığ Kastamonu Adana ve diğer illerde devam edecek.Hasbi ve samimi gayret ve çabalar bizlerden, te’sirat ve neticeler de Allah’tandır.