ANKARA (AA) - Göç Araştırmaları Vakfı (GAV), dünya genelinde yükselen İslamofobi ve Müslüman karşıtı nefretle mücadele temalı çevrim içi konferans düzenledi.
Birleşmiş Milletler (BM) İnanç ve Din Özgürlüğü Özel Raportörü Ahmed Shaheed , "Din veya İnanç Temelli Ayrımcılığı ve Hoşgörüsüzlüğü Ortadan Kaldırmak İçin İslamofobi ve Müslüman Karşıtı Nefretle Mücadele" başlıklı konferansta, Müslüman karşıtı ön yargı ve nefretin neden olduğu ayrımcılık ve düşmanlığın, dünya çapında din ve ifade özgürlüğünü tehdit eden en önemli tehlikelerden biri olduğuna dikkati çekti.
Müslüman karşıtı şiddetin uluslararası arenada çoğu zaman çok az ilgi gördüğüne değinen Shaheed, "İslamofobi ve diğer dini hoşgörüsüzlük biçimleri aynı toksik bağnazlık ve nefret bağlamına aittir." ifadesini kullandı.
Shaheed, Müslüman karşıtı ayrımcılığın aynı zamanda ırksal ayrımcılıkla da kesiştiğini vurgulayarak, konuya ilişkin yapılan araştırmaların Müslümanların çoğunlukla belirli bir dış görünüş prototipi üzerinden hedef alındığını ortaya koyduğunu belirtti.
Özellikle Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde yaşayan Müslüman kadınların İslam karşıtlığından daha fazla etkilendiğini dile getiren Shaheed, "Bu kadınlar, hem etnik azınlık mensubu oldukları, hem Müslüman oldukları, hem de kadın oldukları için adeta üçlü bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaktalar." diye konuştu.
Shaheed, İslamofobinin büyük oranda Müslümanlara yönelik ön yargıdan kaynaklanan yapısal ayrımcılığın bir işlevi olduğunu belirtti.
İslam eleştirisinin İslamofobiyle eş tutulmaması gerektiğine dikkati çeken Shaheed, "Genel olarak Müslümanlara karşı özel bir ön yargı ya da nefret yoksa, İslam'ın fikirlerinin, sembollerinin veya uygulamalarının eleştirilmesi başlı başına İslamofobi değildir." değerlendirmesinde bulundu.
Shaheed, özellikle 11 Eylül saldırıları ve "İslam adına yapıldığı iddia edilen korkunç terör eylemlerinin" ardından bazı devletlerin, ulusal güvenlik önlemleri adı altında orantısız şekilde Müslümanları hedef alan uygulamalarda bulunduğunu hatırlatarak, "Devletler şiddet içeren ulusal güvenlik konularını ciddiye almalı, ancak önlemleri de uluslararası insan hakları standartlarına tamamen uygun olmalı, bunları ihlal etmemeli." dedi.
Bazı politikacıların siyasi çıkar uğruna kullandığı "İslamofobik dilin", İslam karşıtı şiddeti artırdığını dile getiren Shaheed, bu dilin zaman zaman medyada ve akademide de kullanıldığına dikkati çekti.
Shaheed, Müslüman kadınların bazı ülkelerde kıyafetleri ve başörtüleri nedeniyle kamu alanları dahil olmak üzere ayrımcılığa maruz kaldığını belirterek, şu an 11 ülkede kamusal alanda başörtüsü yasağının devam ettiğini kaydetti.
İslam karşıtı hareketlerin yükselmesine rağmen, bazı uluslararası kuruluşların ve devletlerin de İslamofobi ile mücadele kapsamında adımlar attığını hatırlatan Shaheed, buna Avrupa Konseyinin nefret suçlarıyla mücadele mevzuatı kapsamında polislerin eğitilmesi ve Müslüman karşıtı nefret olaylarını izleme ve raporlaştırma çalışmalarını örnek gösterdi.
Shaheed, İslamofobi ile mücadelede Müslümanlara da önemli roller düştüğünü belirterek, şu ifadeleri kullandı:
"Müslümanlar İslamofobi ile mücadele için ihlalleri belgelemeli, dayanışma göstermeli, aralarındaki ağı güçlendirmeli ve inanç özgürlüğü konusunda direnci artırmalıdır. Bu noktada Müslüman çoğunluklu devletlere de bu süreci izleyerek bir çerçeve sunmak adına önemli roller düşmektedir. Her halükarda İslam karşıtlığıyla mücadele, insan hakları çerçevesine uygun olmalıdır."