İSTANBUL (AA) - İstanbul'da kaldırıldığı hastanede 85 yaşında hayatını kaybeden usta oyuncu Cüneyt Arkın, sevenlerini yasa boğdu.
Sanatçının vefatının ardından hastaneye giderek, taziye ziyaretinde bulunan oyuncu Atılgan Gümüş, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, "(Cüneyt Arkın) Hepimizin çocukluğu, yetişkinliği... Çok üzgünüm. Hepimizin sonu bu ama Cüneyt Arkın gibi hepimizin hafızasına kazınmış bir efsanenin aramızdan ayrılmasını kabullenmek istemiyor bünye. Hayatını adadığı bu sanatla alakalı, bizlere olduğu örnek davranışlarına minnet ve teşekkürden başka hiçbir şey diyemiyorum. Benim ailem gibiydi. Betül teyzeme ve çocuklarına Allah'tan sabır diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Bir daha zor gelir. Işıklar içinde uyusun." dedi.
Yönetmen ve oyuncu Gani Rüzgar Şavata da Cüneyt Arkın'ın herkesin kahramanı olduğunu belirterek, "Bilgiyi, beceriyi, tecrübeyi, sinemayı ondan öğrendik. Ben şahsen 2 sene onun evinde kaldım. Onun öğrencisiydim. Onunla beraber atlara bindim, beraber spor yaptım. Onunla yol yürüdüm. Onun fikirleri sinemamızı ölümsüzleştirmiştir. O ebediyete yolculuk yapmıştır ama yüreğimizdedir. Sinemada yaşayacaktır." diye konuştu.
Şavata, usta sanatçının aynı zamanda sinemada bir tarih olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Sinemanın bir devri kapandı ama onun filmleri, yaşam biçimi hepimizi kucaklamıştır. Cüneyt Arkın öyle sıradan bir insan değildi. Cüneyt Arkın hepimizin babasıydı. Bir gün Yılmaz Güney'le bir ödül töreni vardı Adana'da. Yılmaz Güney'e verilmişti, sonra Cüneyt Arkın'a verdiler. 'Hayır ben kabul etmiyorum, bu Yılmaz Güney'in hakkıdır' dedi. Böyle bir adamdı.
Ben onu gördüğüm zaman, sinemayı, Türkiye tarihini, çocuklarımızın spora alışkanlığını görüyorum. Onun gölgesinde yürüyorum. O öyle bir dev adamdı ki onun eşi Betül Arkın'a da her şeyi borçluyuz. Gerçekten bir aile babasıydı. Bir çınardı. Yaşayacak, yaşatacağız. 2 senedir hastalıkla boğuşuyordu. Onun geçmişte sahnelerde verdiği zayiat, yaşadığı kazalarla sağlam kemiği kalmamıştı. Onun sevdası sinema sevdasıydı, gençlerin geleceğiydi. Türkiye sinemasının dönüm noktasını hala yüreğinde hissediyordu. O bizleri yetiştirdi. Bu bir bayrak yarışıydı, bizlere bıraktı. Bakalım biz nereye kadar götürebileceğiz. O yaşayacak bir efsanedir."
Sunucu Mehmet Ali Erbil de hastaneyi ziyaret eden isimler arasında yer aldı.
- "Kahraman olmak değil, küçük basit bir insan olmak istiyorum"
Unutulmaz oyuncu Cüneyt Arkın, 1964 tarihli bir gazetede yer alan "Bir Portre" köşesinde, yaşamını şu sözlerle aktarmıştı:
"Adım Cüneyt, soyadım Arkın... Cüneyt Arkın... Şimdilik alışmaya çalıştığım adım bu. 1937'de Eskişehir'de apak kireçli duvarların çevirdiği, bahçesinde büyük kasımpatıların açtığı bir evde doğdum. Babam eski gramofonuyla akşam üstleri kendi elleriyle suladığı çiçeklerin ve taşların üstünde çay içerdi. Bu ıslak akşam üstlerinin kokusunu hep duyarım. Kişiliğimin büyük bir yanı da bu hüzünlü alacakaranlıklar.
Merdivenleri gıcırdayan büyük ahşap evimizin içinde, sık sık, saçları uzun, gözleri yeşil bir kadın dolaşırdı, annem. Ara sıra güneşten ağarmış perdeleri aralar sokağa bakardı, yüzünde o an geniş bir aydınlık olurdu. Deniz yeşili bir aydınlık. Pencerelerin neden annemi bunca mutlu ettiğini anlayamadım yıllarca. Ama ilk sevdiğim eşya pencere oldu. Pencereler hep annemin gözleri gibi gelirdi bana çocukluğumda. Sonra da toprak, sevgi, dost kelimelerini sevdim. İnsanları da sevmiştim önceleri, şiirler yazmıştım bu yüzden. Sonra kırıldım onlara. 17 yıl sonra tahta sıralarda oturup bir şeyler öğrenmeye çabaladım. Doktor olunca anladım insanları da. Şimdi yine seviyorum onları. Kendimi de seviyorum. 1.85 boyumu, yeşil gözlerimi, yanık derimi, düz dağınık saçlarımı değil, yüreğimi seviyorum. Kahraman olmak değil, küçük basit bir insan olmak, bahçemdeki kasımpatılarımı ve ak taşları sulamak, ara sıra anamın evinin olduğu şehre doğru pencereden bakmak istiyorum."
- "Yenilmeyerek, dayanmak, çalışmak bizim de kanımızda var"
Oyunculuğunun yanı sıra şair ve yazarlık da yapan usta sanatçı, kişisel Twitter hesabında 13 Ocak'ta yaptığı paylaşımda, bir hatırasını şu sözlerle aktarmıştı:
"O akşam, tarifsiz kederli bir gündü. Uçsuz bucaksız bir sonsuzluk hissi kapladı her yanı. Genç yüreğim bir garip burkulur, yalnızlık hissi yüreğime çökerdi. Bütün gün kızgın güneş altında kuzuları kaparak, yeni ısınmaya başlayan bozkırda dolaşır, yorgun düşerdim. İşte o zamanlar babam, tarlaların kıyısında oturur, aylarca eliyle büyüttüğü ekinlerini seyrederdi. Yanına giderdim. Bir süre ikimiz de yalnızlığımızı yaşardık. Neden sonra babam, 'Ekinler büyüyor oğlum, seslerini duyuyorum.' derdi. Akşamın hüzünlü sonsuzluğunda, gözlerindeki uçsuz bucaksız bahtiyarlığı görürdüm. Çocuklarını da işte bu büyük merhametiyle, sevgisiyle büyütmüştü. Şimdi aynı sevgiyle ekinlerini büyütüyordu. Kuzularını da öyle büyütürdü. Kurak toprağa minicik bir fide bile ekse, ona da tıpkı yüreğini verir gibi, su verirdi. Küçük oğlunu büyütürken, onun korunmaya muhtaç başını, nasıl Anadolu kokan kocaman merhametli göğsünde şefkatle tutuyorsa, genç fideyi de öylesine, bütün varlığıyla sever ve korurdu. Çünkü babam gibi insanların kendileri, tabiat olmuştu.
Bir çalı dibindeki tarla kuşu, bir kertenkele, ılık ılık esen rüzgar, çatlamış bozkır toprağı, çiseleyen yağmur, gökyüzünün kandilleri yıldızlar, bulutlar ne ifade ediyorlarsa o insanlarda hepsi vardı. Babam çoğu kez, toprak üzerinde namaz kılardı. İbadeti bittiği zaman dua ederdi. Defalarca toprağı öper, okşardı. Çünkü toprak, onun ailesini, bütün aileleri besleyen bir nimetti. Bu nimeti veren Allah'a sonsuz şükürler ederdi. İşte bu insanlar, şükretmesini bildikleri için büyük insanlardı.
Bir yıl yağmur yağmadı. Babam yine tarlanın kıyısında oturuyordu. Susuz kalmış toprak gibi acı çekerek, bereket için direnen ama gittikçe sararıp solan ekinlerini, gözleri önünde ölen oğlunu seyretmek zorunda kalan bir baba gibi tarifsiz kederlerle bakıp duruyordu. O buğdayı aynı sevgi dolu merhametiyle ekti, yüreğini verir gibi suladı. Dehşetli bir sabırla, öz evladını büyütür gibi koyunları çoğalttı. Yeniden, bereketli, güzel, mutlu günlere kavuştuk. Bizim atalarımız işte böyleydi, yılmaz, yenilmez, tükenmez birer yiğitlerdi. Toprak, onların bereketli dostuydu. Kuraklık, kıtlık yüzünden ellerinde olan her şey gitse bile, onlar hayata yeniden, yeniden başlardı. Asla yenilmezlerdi. Zaman gelir bir buğday tanesine bile şükreder, onu eker, sabırla yeniden eker, bir taneden milyonlarca tane üretinceye kadar çırpınır dururlardı. Bizler, hepimiz onların çocuklarıyız. Yenilmeyerek, dayanmak, çalışmak bizim de kanımızda var. Şükürler olsun böyle bir milletin çocukları olduğumuz için."