Anasayfa Güncel Ekonomi Spor Siyaset 3.Sayfa Eğitim Yaşam Dünya Sağlık Teknoloji Bunları Biliyor musunuz?

AYM'den cemaat vakfına bırakılan mallara ilişkin ihlal kararı

06.01.2023 22:09:00
Anayasa Mahkemesi (AYM), Hatay'da, vasiyet yoluyla Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı'na bırakılan ancak Hazine adına tescil edilen taşınmazın iadesi isteminin reddedilmesini, mülkiyet hakkının ihlali saydı.
Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yer alan yüksek mahkemenin kararına göre, Ermeni toplumuna mensup kişilerce Hatay'da kurulan bir vakfın mensupları, vakfa ait olup Hazine adına tescil edilen taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 2018 ve 2019'da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.

Osmanlı ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yabancı vakıfların tasarrufunda bulunan taşınmazların tesciline ilişkin hukuki sürecin anlatıldığı kararda, "1936 Beyannamesi" olarak adlandırılan düzenlemeyle gayrimüslim cemaat vakıflarını idare eden kişilerce, bu vakıflara ait bütün malların, gelirlerin ve bunları sarf ettikleri yerlerin birer beyanname ile Vakıflar İdaresine bildirilmesi gerektiğine ilişkin hükme yer verildi.

Yüksek mahkemenin kararında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1974 tarihli kararında cemaat vakıflarının, 1936'da verdiği beyannamelerin vakıfname olarak kabulünün zorunlu olduğuna ilişkin hükme de işaret edilerek, 2002'de yapılan düzenlemeyle vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın cemaat vakıflarının Bakanlar Kurulu'nun izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçları karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilmelerine ve malları üzerinde tasarrufta bulunabilmelerine olanak sağlandığı hatırlatıldı.

1936 Beyannamesi

Başvurucunun, 1936 Beyannamesi olarak bilinen 2762 sayılı mülga kanunun geçici maddesinde öngörülen, beyanname verme yükümlülüğünün doğduğu ve ifa edilmesi gerektiği tarihte vakfın Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliği altında bulunmadığına, hak iddia ettiği taşınmazların da Türkiye Cumhuriyeti'nin topraklarının bir parçası olmadığına işaret ettiği vurgulanan kararda, şu ifadelere yer verildi:

"Dolayısıyla başvurucunun 1936 Beyannamesi'ni vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmamıştır. Öte yandan Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne katılmasından sonraki dönemde, Hatay'da kurulu bulanan cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi'ne benzer bir beyanname vermesini gerekli kılan bir mevzuatın ihdas edildiği de tespit edilememiştir. Bu durumda başvurucunun, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun geçici 7. ve 11. maddeleriyle getirilen imkanlardan yararlanmasının 1936 yılında beyanname vermiş olmasına bağlı kılınması, başvurucuya ifası mümkün olmayan oldukça ağır bir külfet yüklemiştir.

Öte yandan, Hatay'daki cemaat vakıflarının beyanname verme yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle bu vakıfların taşınmazlarının kamu adına tescil edilmesinin kanuni temelinin ne olduğuyla ilgili muğlaklığı da hatırlamak gerekir. Geçici 1. maddenin yürürlüğe girdiği ve madde uyarınca beyanname verme süresinin dolduğu tarihten sonra 1939 tarihinde Türkiye'ye katılan Hatay'da kurulu bulunan vakıflara ait taşınmazlar için bu yükümlülüğün yerine getirilmemesine bağlı olarak bu taşınmazların Hazine adına tescil edileceğinin kabul edilmesi öngörülebilir bir durum değildir."

"1939'da Türkiye'ye katıldı"

Kararda, Vakıflar Kanunu'na eklenen geçici maddelerin amaçlarından birinin de, 1936 Beyannamesi'nde yer alıp müstear isimlerle tapuda kayıtlı olan ya da tapuda malik hanesi açık bulunan taşınmazlardan, süreç içinde Hazine veya diğer kurumlar adına tescil edilenlerin cemaat vakıflarına iadesini sağlamak olduğu vurgulandı.

Kararda, şu değerlendirmeler yapıldı:

"Kanun koyucunun, 1939'da Türkiye'ye katılan Hatay'da kurulu bulunan ve benzer koşulları taşıyan taşınmazları, geçici 7 ve 11. maddelerle getirilen tescil imkanının dışında tutmayı amaçladığı düşünülemez. Hatay'da kurulu bulunan ve Osmanlı döneminden kalma cemaat vakıflarının aynı koşulları sağlayan diğer vakıflardan farklı tutulmasını haklı kılan bir neden bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin 1936 Beyannamesi'ni vermesi mümkün olmayan Hatay'daki vakıfların kendine özgü bu durumunu dikkate almamaları başvurucu vakıf ile diğer illerde kurulu bulunan cemaat vakıfları arasında farklı uygulamanın oluşmasına yol açmıştır.
Derece mahkemelerinin yorumu sebebiyle başvurucu, geçici 7 ve 11. maddelerdeki diğer koşulların oluştuğunu ispatlayarak taşınmazları, adına tescil ettirme imkanından mahrum bırakılmıştır. Başvurucunun 1936 Beyannamesi'ni vermiş olması şartına tabi kılınması, başvurucunun bunu yerine getirmesinin mümkün olmadığı gözetildiğinde, başvurucuya aşırı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulamadığı ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır."

Başvurucu vakfın, Hatay İdare Mahkemesine açtığı dava ile diğer yargısal süreçlerin de anlatıldığı kararda, Anayasa Mahkemesinin söz konusu başvuruda mülkiyet hakkının ihlaline hükmettiği bildirildi.

DİĞER HABERLER