İSTANBUL (AA) -CENGİZ TOMAR- Suriye'de on yılı aşkın süredir devam eden savaş hâlihazırda bir konsolidasyona ulaşmış ve çatışmaların ivmesi azalmış durumda. Bilançoya baktığımızda, en az 500 bin insanın hayatını kaybettiği, on binlerce insanın sakat kaldığı, yaklaşık 22 milyonluk nüfusun yarısının ülke içinde ve dışında muhacir durumuna düştüğü acı bir tabloyla karşılaşmaktayız. Ülke nüfusunun yüzde 25'inin yurtdışına çıktığı, diğer yüzde 25'inin ise ülke içinde yer değiştirdiği biliniyor. Özellikle çoğunluğu oluşturan Sünni Arapların muhalif kesimi, Türkmenler, Kürtlerin bir kısmı ve çeşitli dinî-mezhebî azınlıklar ülkeyi terk etmiş vaziyette. Yani genel olarak rejim kendisine muhalif kesimlerden kurtulmuş ve demografik bir temizlik yapmış oldu. Ayrıca en az 100 milyar dolarlık bir zarar söz konusu ve en önemli ticaret ve sanayi şehirleri hâk ile yeksan olmuş durumda.
Diğer taraftan, ülkenin büyük şehirlerinin üzerinde yer aldığı Halep, Hama, Humus, Şam, Dera'a ana arteri (M4 karayolu hattı) ile Halep'ten M5 karayolu ile ulaşılan Akdeniz sahilindeki Lazkiye, Tartus ve Banyas Rusya ile İran mandası altındaki Esed rejimi tarafından kontrol ediliyor. Fırat'ın doğusunda ABD destekli PYD/YPG'nin hâkimiyeti söz konusu. Suriye'nin kuzeyinde ise Türkiye'nin desteklediği muhalif gruplar yönetimi tedvir ediyor.
Siyasal çözüm için hem Cenevre hem Astana hem de anayasa görüşmelerinden medet umuluyor. Peki, bu tablodan siyasal bir çözüm çıkar mı? Bunu belirlemenin en kolay yolu yukarıda zikrettiğimiz, Suriye meselesinde etkisi olan grup ve devletlerin pozisyonlarını analiz etmekten geçiyor.
Suriye sorununda en etkin ve güçlü devlet olan Rusya'nın pozisyonu, hazır eline düşmüşken, zayıf Esed rejiminin devam etmesi ve Suriye topraklarından mümkün olduğunca aslan payının alınmasına dayanıyor. Rusya'nın bunun dışında, Suriye halkının ve ekonomisinin ne olacağı hususunda pek fazla endişesi bulunmuyor. İran rejiminin tutumu da Rusya'ya yakın. İran da Esed rejiminin devam etmesini, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a uzanan etkisinin sürmesini arzu ediyor. Tıpkı Rusya gibi onların da Suriye halkının durumuna dair zerre kadar endişeleri yok.
İran'ın ve özellikle de Rusya'nın manda yönetimi altına girmiş, nüfusunu ve topraklarının yarısını kaybetmiş bulunan Esed rejimi Fırat'ın batısında, zillet içerisinde de olsa, hâkimiyetini devam ettirmeye kararlı. Şayet imkân olursa, hamilerinin desteğiyle hem kuzeyde hem de doğuda daha fazla toprak ele geçirmeye niyetli. Muhaliflerin Suriye topraklarına dönmesini ise asla istemiyor. Yönetimi altındaki Suriye halkının hâli pür melâli onu da çok fazla ilgilendirmiyor.
ABD DEAŞ'la savaş bahanesiyle Fırat'ın doğusunda bir PKK devletçiği kurma peşinde. Böylece Ortadoğu'da Türk, Arap ve Fars etnik denizinin ortasında, kendisine bağlı seküler bir PKK devleti kurmak ve bunu Irak'taki bölgesel yönetimle birleştirmek istiyor. Planda, kuzeyde kurulan sözde kantonlarla Akdeniz'e ulaşmak da vardı; fakat Türkiye'nin sınır ötesi harekatları bunu engelleyince, destekledikleri PKK/PYD'yi daha güneye, Sünni Arapların yaşadığı Rakka ve Deyrizor'a kadar indirmek zorunda kaldılar. Savaştan önce Kürt nüfusu Suriye nüfusunun sadece yüzde 10'unu oluştururken, elan ABD destekli PKK Suriye topraklarının yüzde otuzunu ele geçirmiş durumda. ABD böylece hem İsrail'e müttefik olacak seküler bir yapı kurmayı planlıyor hem de gerektiğinde Türkiye, İran ve Arap devletlerini tedip etmeyi amaçlıyor. PKK/PYD ise ABD desteğiyle bölgede bir devlet kurmanın, şayet bu mümkün olmazsa en azından özerk bir yapıya razı olmanın hesaplarını yapıyor.
Suriye sorununda Rusya'dan sonra en önemli ülke konumunda olan Türkiye'nin pozisyonu en ideali; ama aynı zamanda gerçekleştirilmesi en zor olanı. Türkiye Esed (ve ailesi) rejiminin bitmesini ve muhacirlerin ülkesine dönerek yapılacak serbest seçimlerde kim kazanırsa yönetimi ele almasını ve üniter bir Suriye'yi arzulamakta. Muhaliflerin pozisyonu da Türkiye'ye çok yakın. Esed'in gitmesini, demokratik seçimlerin yapılmasını ve üniter bir devletin teşekkülünü istiyorlar.
İsrail zayıf Esed'in kalmasından ve Fırat'ın doğusunda bir Kürt devleti kurulması projesinden çok memnun. Tıpkı ABD gibi o da Türkiye, Arap ülkeleri ve İran'a karşı böyle bir yapıyı destekliyor. Ara ara milisler kendisi için tehdit oluşturduğunda, Rusya'nın da göz yummasıyla İran hedeflerini bombalayarak berhava ediyor.
Toparlarsak, tıpkı Suriye'nin fiilen üçe bölünmüş olduğu gibi, siyasal görüşmeler ve çözümün parçası veya paydaşı olan ülkeler de üç gruba bölünmüş durumda: Bir tarafta Esed rejimi, Rusya ve İran, diğer tarafta ABD, İsrail ile PKK/PYD, bir diğer tarafta ise Türkiye ve muhalifler var. Peki, muhalifler ile Türkiye dışındaki grup ve devletlerin kabul edebileceği Esed'li bir çözüm mümkün mü?
Esed var olduğu müddetçe, ülke içinde yer değiştirmiş ya da ülke dışına çıkmış olan toplam 11 milyon insan ve muhalifler geri dönebilecek mi? Esed rejimi bu insanlara takibat uygulamayacak mı? Şayet kalmışsa mal ve mülklerini iade edecek mi? 100 milyar dolarlık zararı telafi edip ülke ekonomisini ihya edebilecek mi? Rusya ve İran bu ekonomik zararları karşılayabilecek mi? İran ve Rusya Esed'in gitmesine müsaade edecek mi? Şayet bu sorulara “evet” cevabı veremiyorsak, Esed'li bir çözümün makul ve muhtemel olduğunu söylemek çok zor. Öte yandan ABD himayesinde bir özerkliğe kavuşmuş bulunan ve devlet kurmayı amaçlayan PKK/PYD ve hamisi ABD tekrar Esed rejimi altında özerk de olsa bir birlikteliğe razı olacaklar mı?
Türkiye ve muhaliflerin Esed rejimine tamamen karşı oldukları düşünülürse, çıkarları çatışan bu üç grubun olacağı bir masadan, bu gruplar pozisyonlarını değiştirmediği müddetçe, siyasal bir çözüm çıkabilir mi? Üstelik Fırat'ın batısındaki büyük şehirlerin gıda, su ve enerji açısından Fırat'ın doğusundakilere muhtaç olduğu, Fırat'ın doğusundakilerin de maddi kaynak elde etmek amacıyla ellerindeki bu ürünleri Fırat'ın batısındaki büyük şehirlere satmak zorunda oldukları bir gerçekse, acaba Rusya ve ABD “batısı senin, doğusu benim” diye anlaşmış olabilirler mi?
Irak ve Lübnan örneklerinin aksine, Türkiye'nin de istediği gibi, üniter bir Suriye için tek ve ideal çözüm olan, Suriye vatandaşlığı temelinde mezhebî ve etnik ayrımlara dayanmayan bir anayasa ve bütüncül Suriye mümkün mü?
Şayet yukarıdaki sorulara “evet” cevabı veremiyorsak, taraflar pozisyonlarını değiştirmedikçe, muhtemel en iyi senaryonun Irak tipi bir anayasa ve yönetim olduğu sonucu çıkar ki Irak'ın durumu da ortada. Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim: “Kırılan vazo yerine gelmez”.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]