İSTANBUL (AA) -HACI MEHMET BOYRAZ- Son zamanlarda sık sık gündeme gelen istikşafi görüşmeler, diplomasi terminolojisinde, en az iki ülke arasındaki siyasi, ekonomik veyahut diğer alanlardaki sorunlara kalıcı çözümler bulunması ya da en azından sorunların daha fazla büyümemesi adına yürütülen görüşmeleri ifade etmek için kullanılır. Bu görüşmelerdeki temel prensip, taraflar arasındaki sorunun ya da sorunlar dizisinin sahada değil, masada diplomatik yollardan çözülmesidir. Bunun için tarafların aktif şekilde yer aldıkları çeşitli diyalog mekanizmaları oluşturulur ve genelde dışişleri bakanlarının önderlik ettiği teknik heyetler belirli aralıklarla bir araya gelerek yüz yüze görüşmeler yapar ve sorunların nasıl çözülebileceğini istişare ederler. Böylece sorunların zaman içinde diyalog yoluyla çözüme kavuşacağı umulur.
- Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmeler
Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmeler ise Ege sorunları başta olmak üzere ikili ilişkilerde uzun yıllardan beri var olan kronik siyasi sorunların ve zaman zaman ortaya çıkan akut krizlerin diyalog yoluyla çözülmesi amacıyla yürütülüyor. Bu kapsamda, iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren meşhur Kardak krizi sonrasında, dönemin siyasi elitlerince başlatılan diyalog sürecini belirli bir diplomatik formata oturtabilmek için, istikşafi görüşmeler ilk kez 2002 yılında başlatıldı. Bu görüşmelerin sonuncusu ise 1 Mart 2016 tarihinde Atina'da dönemin dışişleri müsteşarlarınca gerçekleştirilmişti. O günden beri iki ülkenin özellikle Doğu Akdeniz'de sıcak temasa varacak derecede doğrudan karşı karşıya gelmesinden ötürü yeni bir istikşafi görüşme yapılmadı. Zaten Türk-Yunan ilişkilerinde öylesine derin siyasi sorunlar var ki bugüne kadar yapılan 60 istikşafi görüşmeden bu sorunların çözümüne dair elle tutulur olumlu bir sonuç çıkmadı. Fakat iki komşu ülke arasındaki ilişkilerin son yıllarda her geçen gün daha da kötüye gitmesi üzerine, taraflar en azından gerilimi daha fazla tırmandırmamak için, 25 Ocak'ta yeniden masaya oturma kararı aldılar.
Diğer taraftan, geçen yılın son altı ayında Avrupa Birliği (AB) Konseyi dönem başkanlığını yürüten Almanya Türkiye ve Yunanistan arasında istikşafi görüşmelerin tekrar başlatılması için yoğun bir çaba sarf etti. Buna karşın, istikşafi görüşmelerin yeniden başlamasına dair olumlu bir hava yakalanmışken, Atina yönetiminin Ağustos ayında Mısır ile münhasır ekonomik bölgelerin (MEB) sınırlandırılması için bir anlaşma imzalaması üzerine, Alman hükümetinin tüm çabaları boşa gitti. Bunun yanı sıra, iki ülkenin üyesi olduğu NATO da bölgedeki gergin ortamı yumuşatıp Türkiye'yi ve Yunanistan'ı masaya çekebilmek için, geçen yıl Türk ve Yunan askeri heyetleri arasındaki görüşmelere ev sahipliği yaptı. Dolayısıyla 25 Ocak'ta gerçekleşmesi beklenen istikşafi görüşmelerin bir anda ortaya çıkmadığını ve aslında bu görüşmelerin ön hazırlığının uzun zamandan beri devam ettiğini söyleyebiliriz.
Bunların yanı sıra, Türk ve Yunan heyetleri arasında gerçekleştirilen istikşafi görüşmelerin gündemi genelde gizli tutulsa da, masada hangi konuların konuşulduğunu tahmin etmek çoğu zaman zor olmasa gerek. Zira iki ülke çok uzun zamandan beri, Adalar denizi olarak da bilinen Ege'de Yunanistan'ın deniz ve hava alanlarını tek taraflı genişletmek istemesinden ötürü sık sık karşı karşıya geliyor. İki ülke aynı şekilde, özellikle 2010'lu yılların ikinci yarısı itibariyle, Doğu Akdeniz'de de benzer sorunlardan ötürü sık sık karşı karşıya gelmeye başladı. Haliyle 25 Ocak 2021 tarihinde İstanbul'da bir araya gelecek Türk ve Yunan heyetlerinin gündeminde bu konu başlıklarının yer alması bekleniyor.
- İkili ilişkilerde derin sorunlar
Türk-Yunan ilişkilerindeki derin sorunların başında hiç şüphesiz Ege denizindeki sorunlar zinciri geliyor. Bu sorunların ilki, her iki tarafın karasularını ve kıta sahanlığını kapsayan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasıyla ilgili. Bu bağlamda Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı, bugüne kadar bir anlaşmayla belirlenmediği için, iki ülkenin karasularının Ege'deki genişliği 6 deniz mili olarak kabul ediliyor. Buna karşın Yunanistan bölgede sahip olduğu bazı adaları ve hatta adacıkları ön sürerek karasularını 12 mile çıkarmak istiyor. Burada Yunanistan'ın üzerinde hak talep ettiği adaların Türk sahillerinden çıplak gözle bakıldığında bile rahatlıkla görülebilecek kadar yakın olduğu dikkate alınırsa, bu talebin gerçekleşmesi halinde açıkça Türkiye'nin yetki alanı daralacak ve hakları gasp edilecektir. Zaten bu nedenle Türkiye, 1995 yılından beri, böyle bir kararın uygulamaya geçirilmesini açıkça savaş sebebi (casus belli) sayacağını vurguluyor. Ayrıca denizlerdeki bu duruma paralel olarak, Yunanistan Ege'de hava yetki alanlarına dair de benzer bir tutum sergiliyor ve şu anda 6 mil olan ulusal hava sahasını 10 mile çıkarmak istiyor. Dolayısıyla Türkiye Yunan hükümetinin her iki talebine de karşı çıkıyor ve mevcut düzenlemelerin aynen devam etmesini istiyor.
Ege'de Türkiye ve Yunanistan'ı sık sık karşı karşıya getiren bir diğer sorun, 1923 Lozan ve 1947 Paris anlaşmalarıyla doğu Ege adalarının silahsızlandırılmış statüsünün ihlaliyle ilgili. Bu anlaşmalar kapsamında Yunanistan ilgili adaları silahsızlandırmayı taahhüt etmişse de, son yıllarda adaları silahlandırarak açıkça mütecaviz bir politika izlemeye başladı. Öyle ki sadece 2020'nin Eylül ayında Yunan hükümeti, bahsi geçen anlaşmalara aykırı şekilde, Meis adasına askeri unsur konuşlandırdı, Sakız adasında askeri tatbikatlar düzenledi, Limni adasında atış eğitimleri icra etti ve aralarında Rodos'un da bulunduğu bazı adaların etrafında hava tatbikatları gerçekleştirdi. [1] Türkiye ise Yunanistan'ın bu mütecaviz politikasına mütekabiliyet ilkesince cevap vermek için bölgeye askeri unsurlarını yönlendirerek caydırıcılık teşkil etmeye çalışıyor.
Sadece yukarıda bahsi geçen üç sorun bile birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, Türkiye'nin bölgeye dair önceliğinin kendi egemenlik haklarına zarar verecek bir durumun ortaya çıkmasını engellemek olduğu anlaşılıyor. Bunun yanı sıra Türkiye, Yunanistan'ın taraf olduğu ve sık sık gönderme yaptığı 1982 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne taraf olmadığı için, bu anlaşma hükümlerinin kendisi üzerinde herhangi bir bağlayıcılığı bulunmadığını dile getiriyor. Bunun tersine Yunanistan ise bu anlaşma üzerinden kabul edilmesi mümkün olmayan taleplerde bulunarak hem uluslararası hukuku çiğniyor hem de Türkiye'nin egemenlik haklarına zarar vermeye çalışıyor. Bu da doğal olarak Türkiye'nin tepkisini çekiyor. Netice itibariyle Atina yönetimi, Ege'de sürekli gerilimi tırmandırmaya ve Ankara'yı tahrik etmeye yönelik genel tutumundan vazgeçmedikçe, Türk-Yunan ilişkilerinde kalıcı bir barışın inşası söz konusu değil.
- Doğu Akdeniz'de GKRY-Yunanistan işbirliği sorunları derinleştiriyor
İki ülke arasında Ege'de uzun yıllardan beri devam eden gerginlik, 2010'lu yılların ikinci yarısı itibariyle Doğu Akdeniz'e de sıçramış vaziyette. Zira bölgede keşfedilen ve ekonomik değerinin yüksek olduğu tahmin edilen hidrokarbon kaynakları, gerek Yunanistan'ın gerekse bölgedeki işbirlikçisi Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) iştahını kabarttı. Nitekim Yunanistan'dan açıkça destek alan Rum yönetimi, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin ve KKTC'nin uluslararası hukuka dayalı haklarını ihlal ederek tek taraflı ilan ettiği parsellerle, uluslararası enerji şirketlerine arama ve sondaj yapma yetkileri verdi. Bu bağlamda Rumlar Doğu Akdeniz özelinde kalması gereken ve bölgeye mücavir ülkeler arasında çözülmesi gereken bir meseleyi çok aktörlü, küresel bir mesele haline getirerek çözümü daha da zorlaştırdı. Fakat iki ülke bununla da yetinmeyerek, Türkiye'yi bölgesel denklemden tamamen dışlamak için, 2019 yılında “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” adı altında bölgesel bir oluşuma öncülük ettiler. Geçen süre zarfında aralarında İsrail, İtalya ve Mısır gibi birçok ülkenin de yer aldığı resmi bir bölgesel örgüt haline dönüşen bu yapılanmanın amacı her ne kadar Doğu Akdeniz'de “bölgesel işbirliğinin güçlendirilmesi” şeklinde lanse edilse de, bölgenin kilit aktörleri arasında yer alan Türkiye'nin davet edilmemesi asıl amacı ortaya koyuyor.
Doğu Akdeniz özelinde Türk-Yunan ilişkilerinde yıllardan beri çözüm bekleyen bir diğer sorun ise Kıbrıs meselesi. Halihazırda İngiltere ile birlikte garantör ülke oldukları için ada üzerinde belirli sorumluluklara sahip olan Türkiye ve Yunanistan, mevcut durum itibariyle Kıbrıs meselesinin çözümü konusunda taban tabana zıt görüşlere sahipler. Bu bağlamda Türkiye, en son 2018 yılında Crans Montana'da yürütülen fakat Rum tarafının taviz vermeyen tutumundan ötürü çıkmaza giren federasyon modeline artık destek vermiyor. Bunun yerine Türkiye, federasyon yerine, artık iki devletli çözüm gibi yeni çözüm modelleri arayışını destekliyor. Burada, Türkiye'nin açık yüreklilikle destek verdiği ve Kıbrıslı Türklerin onayladığı 2004 yılındaki Annan Planı'nın Rumlar tarafından reddedilmesiyle Rum yönetiminin adadaki apaçık bölünmüşlüğe rağmen son yıllarda Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon kaynaklarından tek başına istifade etmeye çalışması birlikte değerlendirilirse, Türkiye'nin bu pozisyon değişikliğinde ne kadar haklı olduğu daha iyi anlaşılabilir. Bunların tam tersine, Kıbrıs adasındaki Rumların siyasi hamisi konumundaki Yunanistan ise federasyon modelinde hâlâ ısrar ediyor ve alternatif bir modele karşı çıkıyor. Dolayısıyla 25 Ocak'taki görüşmelerde Kıbrıs meselesi gündeme gelse bile, tarafların konuya dair bir fikir birliğine varması pek mümkün görünmüyor.
Bunların dışında, Yunanistan ve Doğu Akdeniz'deki siyasi işbirlikçisi GKRY, Türkiye ile var olan sorunlarını bahane ederek uzun zamandan beri Türkiye'nin AB üyelik sürecini de engelliyor. Öyle ki “üye dayanışması” adı altında iki ülke, uzun zamandır AB kurumları nezdinde yoğun bir kampanya yürütüyor ve Türkiye aleyhinde kararlar aldırmaya çalışıyor. Nitekim birliğin yasama organlarından Parlamento'nun sık sık Türkiye'ye yaptırım çağrıları yapması ve AB Dış İlişkiler Konseyi'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerinden ötürü Türkiye aleyhinde bazı yaptırım kararları alması, bu ortak çabanın birer sonucu olarak görülebilir. Öte yandan ikili ilişkilerde devam eden bu sorunun aşılması, doğrudan Kıbrıs meselesinin çözümüne bağlı.
Sonuç olarak, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege ve Doğu Akdeniz'de uzun zamandan beri devam sorunlara gerçekçi çözümler bulunması ve her iki bölgede kalıcı barışın inşa edilebilmesi için, Yunanistan'ın sadece kendi çıkarlarını önceleyen haksız tutumundan vazgeçmesi gerekiyor. Aksi takdirde, iki taraf birbiriyle ne kadar sık görüşürse görüşsün, bu görüşmeler ikili ilişkilerdeki mevcut sorunlara kalıcı çözümler getirmekten ziyade, bu sorunların daha fazla büyümesini engellemekten öteye geçemeyecektir.
[Hacı Mehmet Boyraz Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora tez çalışmalarına devam etmektedir]
[1] http://www.mfa.gov.tr/site_media/html/denizcilik/Yunanistan-in-12-Eylul-2020-tarihinden-itibaren-Dogu-Akdeniz-ve-Ege-Denizi-nde-Gerginligi-Artirici-Adimlari.pdf