ABD yönetiminin "Demokrasi Zirvesi"ne davet edilen ülkelerin üçte biri Freedom House raporlarına göre demokratik nitelikleri tam karşılamıyor
Zirve, görünüşte bir demokrasi zirvesi olsa da hakikatte Biden yönetiminin dış politika yaklaşımı için bir hareket noktası
Önümüzdeki on yılların mücadelesinin demokrasilerle otoriter rejimler arasındaki askeri ve teknik rekabet temelli olacağı yönündeki görüşler son dönemde oldukça revaçta
Zirve ile bir ittifaktan ziyade ortaya bir vizyon konmaya çalışıld
ANALİZ - Bekir İlhan, Joe Biden yönetiminin 9-10 Aralık’ta düzenlemesi beklenen uluslararası "Demokrasi Zirvesi"nin hedeflerini ve ne anlama geldiğini AA Analiz Masası'na değerlendirdi.
***
ABD’de Biden yönetimi uluslararası bir "Demokrasi Zirvesi" düzenlemeye hazırlanıyor. Bu zirve 9-10 Aralık 2021 tarihlerinde gerçekleştirilmesi beklenen çevrimiçi etkinlikler dizisinin ilki olacak. İkinci zirvenin ise yaklaşık bir yıl sonra yüz yüze yapılması planlanıyor. Zirveye çok sayıda ülkeden devlet, sivil toplum ve özel sektör temsilcileri davet edildi.
- Zirveye davet edilenlerin üçte biri "demokratik" değil
Katılımcıların Biden’ın dış politika takımı tarafından belirlendiği zirveye Türkiye davet edilmedi. Adı "Demokrasi Zirvesi" olmasına rağmen zirvenin "demokratik" nitelikleri oldukça tartışmalı. Nitekim "demokratik" nitelikleri tartışmalı birçok ülke zirveye davet edilmiş durumda. Brezilya, Filipinler, Polonya ve Hindistan gibi son yıllarda gerileyen demokrasileri uluslararası raporlara yansıyan ülkeler zirveye davet edildi.
Freedom House 2021 verilerine göre zirveye katılacak devletlerin üçte biri demokratik nitelikleri tam karşılamıyor.[1] Bu noktada, zirvenin görünürde bir demokrasi zirvesi olmaktan ziyade Biden yönetiminin dış politika yaklaşımı için bir hareket noktası teşkil edeceğini söylemek mümkün. Ancak Biden’ın demokrasi söylemi üzerinden oluşturacağı dış politika ile yine kendi “Orta Sınıf İçin Dış Politika”[2] söylemi uzun vadede birbirini sınırlandırıyor.
Zirvenin içeriğine bakıldığında bir ittifaktan ziyade ortaya bir vizyon konmaya çalışıldığı görülüyor. Katılımcı devletlerin, hedeflenen konularda kendi içlerinde reform yapma taahhüdünde bulunması çağrısı dikkati çekiyor. Bu konular, otoriteryanizm ve yolsuzlukla mücadele ile insan haklarına saygı olmak üzere üç tema etrafında tartışılacak. Bu yönüyle zirve, Biden’ın siyasetin merkezine koyduğu “Daha İyisini İnşa Etme” (Build Back Better) ajandasıyla uyumlu.
Başkanlık kampanyası sırasında ve seçildikten sonra Biden, ABD’nin demokratik kurumlarının Trump tarafından erozyona uğratıldığını ve önce kendi içlerinde demokrasiyi yeniden inşa etmekle işe başlayacaklarını belirtmişti. Bu konuda ABD Dışişleri Bakanlığının sitesindeki zirveyle ilgili metnin dili bile oldukça mütevazı duruyor. Metinde, zirvenin “Amerika’ya dinleme ve öğrenme fırsatı vereceği” gibi ifadeler bulunuyor.[3] Biden yönetiminin böylece çuvaldızı önce kendine batırdığını göstermeye çalıştığı görülüyor.
- "Demokrasiler koalisyonu" mümkün mü?
Şu anda iddialı bir söylem ve duruş ortaya konmasa da zirve, yakın gelecekte bir tür "demokrasiler koalisyonu"na şimdiden zemin hazırlama girişiminin ilk adımı olabilir. Böylesi bir girişimin açık açık belirtilmese de Rusya ve Çin’e karşı olması kuvvetle muhtemel. Önümüzdeki on yılların mücadelesinin demokrasilerle otoriter rejimler arasındaki askeri ve teknik rekabet temelli olacağı yönündeki görüşler son dönemde oldukça revaçta. Bu bağlamda, özellikle 2016-2020 yılları arasında popülizmin yükselişi ve uluslararası liberal düzenin düşüşü konulu tartışmalar[4] yerini demokrasi adına daha pozitif öngörülere bırakmaya başladı. Amerikan dış politika ve güvenlik çevrelerinde şimdiden dünyada “demokratik canlanma” tartışmaları yapılıyor.[5]
Aslında demokratik devletlerin dünya siyasetinde diğer rejimlerden farklı davrandığı uluslararası ilişkiler disiplininde yeni bir konu değil. Demokrasilerin dış ilişkilerinde daha barışçıl hareket ettiği tezi üzerine on yıllardır oluşmuş büyük bir külliyat mevcut.[6] Demokratik barış teorisi olarak da bilinen bu teze göre, demokrasiler özellikle birbirleriyle neredeyse hiç savaşmamışlardır.[7] Buradan hareketle demokrasilerin çoğunlukta olduğu bir dünyanın daha barışçıl olacağı iddia edilmiştir. Bu anlayış üzerinden temellenen dış politika fikri Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’de özellikle Bill Clinton ve George W. Bush yönetimlerinde oldukça etkili oldu.
ABD, dünyayı daha güvenli ve müreffeh bir yer haline getirme iddiasıyla gerek diplomasi gerekse de askeri güç yoluyla hırslı bir demokratikleşme kampanyası yürüttü. 11 Eylül saldırıları da bu politikaya çarpan etkisi yaptı. Bunun sonucu olarak NATO ittifakının yayılarak Rusya’nın sınırına dayanması ve teröre karşı küresel savaş politikası altında da Irak ve Afganistan işgalleri gerçekleşti.
Ancak bu politik ve askeri yayılmacılık Amerikan orta sınıflarının sırtına büyük bir ekonomik yük bindirdi. ABD’nin devasa askeri bütçesini sürdürmek Amerikan halkı için çekilmez bir noktaya geldiği zaman dünyayı askeri yollardan demokratikleştirmek gibi maceralardan Obama döneminden itibaren geri dönülmeye başlandı.
Trump ise 2016 kampanyası sırasında diğer birçok alan gibi dış politikanın da Amerikan halkının değil elitlerin çıkarlarına hizmet ettiğini iddia etmişti. Bu nedenle Trump’ın “Önce Amerika” sloganı orta sınıf seçmende karşılık bulabildi. Trump ve basını çektiği Cumhuriyetçi kanata cevap verebilmek için Biden, başkanlık kampanyasına “Orta Sınıf İçin Dış Politika” söylemini de yerleştirmişti.
Biden göreve geldikten sonra ABD’nin kısa süre içinde Afganistan’dan çekilmesinde çeşitli stratejik faktörlerin rolü yadsınamasa da özelikle zamanlama olarak bu yaklaşım etkili olmuştur. İşgalin maliyetinin çok yüksek olmasından dolayı daha fazla sürdürülemeyeceği ve kaynakların alt yapıya harcanması gerektiği fikri çekilme talimatı verilmesine dayanak oluşturmuştur.
- Amerikan kamuoyu maliyet istemiyor
Biden’ın başkanlığının ilk senesini doldurmak üzere olduğu bu günlerde de Amerikan halkının tutumu dış politika yapımında önemini koruyor. Dış politika hakkındaki kamuoyu çalışmalarıyla bilinen Chicago Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunun Ekim 2021’de yayınladığı son ankete göre Amerikan halkı Amerikan askeri gücünü önemsemesine rağmen eğitimin iyileştirilmesi, içerde demokrasinin güçlendirilmesi ve ekonomik gücün sürdürülmesi konularının Amerikan küresel liderliğine katkıda bulunduğu konusunda hemfikir. Yine aynı ankete göre Amerikan halkı Çin’le rekabet, terörle mücadele ve nükleer silahlar gibi meselelere kıyasla Amerikan işçilerinin işlerini korumanın daha önemli bir dış politika amacı olarak görmektedir. Amerikan dış politikasının en çok kime yaradığı konusunda da “büyük şirketler ve zengin Amerikalılar” cevapları başı çekiyor.[8]
Dış politika meselelerinin seçmenlerin oy verme davranışını pek etkilemediğine yönelik görüş yaygındır. Söz konusu, uluslararası meselelerle çok ilgilenmeyen Amerikan toplumuysa bu durumun daha çok geçerli olduğu iddia edilir. Amerikan dış politikasına genellikle Doğu Yakası (East Coast) elitleri olarak bilinen özellikle Washington DC ve New York’ta yoğunlaşan iş, siyaset ve akademi çevreleri yön vermiştir. Ancak son yıllardaki ekonomik eşitsizlik temelli tartışmalar ve Trump’ın 2016 seçim zaferi her alanda olduğu gibi dış politika alanını da popülizme açmış oldu. Ana akım iddiasındaki siyasi figürler bu duruma karşı orta sınıfın kaygılarını dikkate almaya başladılar.
Bu tür iç politik kaygılar Biden’ın ve Demokratların dış politikada ekonomik maliyet üretecek politikalara kolay kolay girişmesine müsaade etmeyecektir. Biden dış politikada aktif ve iddialı bir tavır sergilemek istese bile Amerikan toplumunun ekonomik kaygılarını hep akılda tutmak zorunda kalacak.
Rusya ve Çin’in meydan okuma girişimleri olsa da gelecekte ABD’nin karşısına Sovyetler Birliği gibi hayatı bir tehdit olarak belirmedikleri sürece Amerikan dış politikası, iç politik hesaplara bir noktada bağlı olacak. Ancak Avrupa ve Asya’da ABD’ye varoluşsal tehdit olabilecek bir güç yoğunlaşması durumunda ABD’nin, Soğuk Savaş’ta olduğu gibi bir “ulusal güvenlik devleti” haline dönüşerek toplumu ve kurumlarını yeniden güvenlikleştirebileceği söylenebilir.
[1] https://carnegieendowment.org/2021/11/22/who-s-in-and-who-s-out-from-biden-s-democracy-summit-pub-85822
[2] https://joebiden.com/americanleadership/
[3] https://www.state.gov/summit-for-democracy/
[4] https://academic.oup.com/ia/issue/94/1
[5] https://www.foreignaffairs.com/articles/world/2021-10-19/madeleine-albright-coming-democratic-revival
[6] https://www.cambridge.org/core/journals/american-political-science-review/article/flawed-logic-of-democratic-peace-theory/83A851232D297851885BC0D203E38616
[7] https://press.princeton.edu/books/paperback/9780691001647/grasping-the-democratic-peace
[8] https://www.thechicagocouncil.org/sites/default/files/2021-10/ccs2021_fpmc_0.pdf
***
[Uluslararası güvenlik, otoriter rejimlerde askeri inovasyon konuları üzerine uzmanlaşan Bekir İlhan, University of Cincinnati Siyaset Bilimi Bölümünde doktora adayıdır]